Karikateist'in 99 İddiasına Cevaplar

Karikateist'in 99 iddiasına cevaplar vereceğiz. İnsanlar böyle 99 iddia görünce gözleri korkuyor. Ama halbuki, taraflı yazılan değil 99, 999 iddia olsa yine o geçersiz olacaktır. Çoğu zaman level 1 ateistlerin 99 maddeyi de okumadan bunu kopyala yapıştır yaptıklarını görebilirsiniz, hatta "bunlara cevap verin de görelim" diyene de denk gelmiştim. Neyse, fazla uzatmadan, cevap vermeye başlayalım. İyi okumalar.

1. Köleliği yasaklamıyor. (Bakara: 177-221), (Nisa: 24-25-36-92), (Maide: 89), (Tevbe: 60), (Nahl: 71-75), (Muminun: 5-6), (Nur: 33-58), (Ahzab: 26-50-52-55), (Mücadele: 3), (Mearic: 29-30), (İnsan: 8), (Beled: 12-13), (Rum: 28)

1. Cevap:
Ayetlerde, "köleler" "esirler" diyerek onlar hakkında hüküm vermesi, Kuran'ın köleliği onayladığı, meşru gördüğü anlamına gelmez. O zamanlarda kölelik vardı, ve doğal olarak Kuran da onlar hakkında hüküm verecekti. Onların isminin geçmesi bile "onaylamak", "meşru görmek" olarak anlaşılıyor galiba ateistler tarafından. Hayır öyle olmaz. Kuran'da köleliğe teşvik eden bir ayet yok, köleliği meşru gören bir ayet yok, kölelerin hakkındaki tüm ayetler onların yararına ve durumlarını zorlaştıran bir ayet yok. Birçok ayette köle azat edilmesi emredilir, ailemizdenmiş gibi iyi davranmamız, giydiğimizden giydirmemiz, yediğimizden yedirmemiz gerektiği söylenir. Ayetlere bakalım:
"Gerçekte erdemlilik, yüzünü doğuya veya batıya çevirmeniz ile ilgili değildir; ama gerçek erdem sahibi, Allah’a, Ahiret Günü’ne, melekler, vahye ve Peygamberlere inanan, servetini -kendisi için ne kadar kıymetli olsa da- akrabasına, yetimlere, ihtiyaç sahiplerine, yolculara, (yardım) isteyenlere ve insanları kölelikten kurtarmaya harcayan, namazında devamlı ve dikkatli olan ve arındırıcı (mali) yükümlülüğünü ifa eden kişidir, ve söz verdiklerinde sözünü tutan, felaket, zorluk ve sıkıntı anlarında sabredenlerdir. İşte onlardır sadakatlerini gösterenler ve işte onlardır Allah’a karşı sorumluluklarının bilincinde olanlar." (el-Bakara 177)

"Allah'a ibadet edin ve O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın. Anne-babaya, yakın akrabaya, yetimlere, yoksullara, yakın komşuya, uzak komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolda kalmışa ve sağ ellerinizin malik olduklarına güzellikle davranın. Çünkü, Allah, her büyüklük taslayıp böbürleneni sevmez." (en-Nisa 36)

"Bir mü'mine, -hata sonucu olması dışında- bir başka mü'mini öldürmesi yakışmaz. Kim bir mü'mini 'hata sonucu' öldürürse, mü'min bir köleyi özgürlüğüne kavuşturması ve ailesine teslim edilecek bir diyeti vermesi gerekir..." (en-Nisa 92)

"Allah, kasıtsız yeminlerinizden dolayı sizi sorumlu tutmaz, ancak bilinçli olarak ettiğiniz yeminlerden dolayı sorumlu tutar. Bunun bedeli ailenize yedirdiğinizin ortalaması üzerinden on yoksulu yedirmek veya onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. Fakat bunlara gücü yetmeyene üç gün oruç vardır. Bozduğunuz yeminlerinizin bedeli budur. Yeminlerinizi bozmayın. Allah, size ayetlerini böyle açıklıyor. Umulur ki şükredersiniz." (el-Maide 89)

"Sadakalar, -Allah'tan bir farz olarak- yalnızca fakirler, düşkünler, (zekat) işinde görevli olanlar, kalbleri ısındırılacaklar, köleler, borçlular, Allah yolunda (olanlar) ve yolda kalmış(lar) içindir. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (et-Tevbe 60)

"İçinizde evli olmayanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden salih olanları evlendirin. Eğer fakir iseler Allah, kendi fazlından onları zengin eder. Allah geniştir, bilendir." (en-Nur 32)

"Ve evlenme (imkanı) bulamayan kimseler Allah lütfundan kendilerini zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin sahip olduklarından sözleşme yapmak isteyen(lerle) sözleşme yapın. Eğer onlar hakkında hayırlı olduğunu bilirseniz, Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Eğer namuslu kalmayı istiyorlarsa dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Ve kim onları zorlarsa, şüphesiz Allah zorlanmalarından sonra bağışlayıcı, esirgeyicidir." (en-Nur 33)

"Kadınlarına "zıhar"da bulunanlar, sonra söylediklerinden geri dönenlerin, birbirleriyle temas etmeden önce bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaları gerekir. İşte size bununla öğüt verilmektedir. Allah, yaptıklarınızı haber alandır." (el-Mücadele 3)

"Sevdikleri yemeği yoksula, yetime ve esire yedirirler." (el-İnsan 8)

"Ancak o, sarp yokuşa göğüs germedi. Sarp yokuşun ne olduğunu sana öğreten nedir? Bir köleyi çözmek (azat etmek)tir." (el-Beled 11-13) 

Görebileceğiniz üzere. Ayrıca şunu da belirtmek isterim: Kölelikten ne anlıyoruz? Boynuna zincir bağlanıp, dövülüp eziyet edilen, işkence edilen, insanlara kul edilen, her türlü ihtiyaç için kullanılan, insan yerine konulmayan, hiçbir hakkı olmayıp insandan aşağı görülen bir kurumun Kuran'da serbest olduğunu anlıyoruz. Bu şekilde kölelik İslam'da yoktur, hiçbir zaman olmadı. Bunun adı zaten kulluktur. (abd عبد) Kuran bunu yapanın Firavun olduğunu söyler. (Şuara 22) Kuran'da sadece Allah'a kul (abd عبد) olun denilir. Kuran'ın "köle" dediği ailenin bir bireyi, kendisine iyilik edilen, zekat verilen, evlendirilen, zulüm etmenin yasak olduğu, isyana zorlamanın yasak olduğu, maddi destek sağlanılan, özgürlük sözleşmesi istediğinde hemen sözleşmenin imzalandığı (Nur 33) bir hizmetçilik. Kısaca: Kuran köleliğin içeriğini değiştirmiş, zulmünü ortadan kaldırmış ve sadece ismini bırakmıştır.

2. Kadını dövmeyi emrediyor. (Nisa: 34)

2. Cevap:
"Bir kısmınızın, bir kısmınızdan yaratılışı itibariyle farklı özelliklere sahip kılınması ve kendi mallarından harcadıklar için erkekler, kadınlar üzerinde "kavvam"dırlar. Saliha kadınlar, bağlılık gösteren ve Allah’ın korumasını istediğini, kocalarının bulunmadığı zamanlarda da koruyanlardır. Nüşuzundan korktuğunuz kadınlara (önce) öğüt verin, (sonra onları) yataklarda yalnız bırakın, ve onlara (yine dinlemezlerse) vurun. Eğer size uyarlarsa onların aleyhine bir yol aramayın. Kuşkusuz Allah, Çok Yüce’dir ve Çok Büyük’tür." (en-Nisa 34)
Nisa 34'te başlangıçta erkeklerin kadınlar üzerinde kavvam olduğu söyleniyor. 

Kavvam: Diğer Kuran ayetleriyle birlikte anlarsak: koruyup gözeten, ayakta tutan, dengeyi sağlayan demektir. Maide 8'de koruyup gözeten ve ayakta tutan şekilde kullanılmıştır. Ayrıca Furkan 67'de dengeli anlamında kullanılmıştır ve, dengeyi sağlayan anlamındadır. Hans Wehr sözlükte de koruyucu, kollayıcı, yönetici anlamına geldiği söylenir. (Hans Wehr, page 936 of 1303) Evet erkeğin kavvam olduğu anlatılır ve, bunun iki nedene dayandığı anlatılır. Birinci neden yaratılışta erkek bedeninin fizyolojik olarak daha güçlü olması, ikinci neden de ailenin geçimini erkeğin üstlenmesidir. Kadının geçimini sağlamak erkeğin üzerine farzdır. Kendilerini koruyup geçimlerini sağlamalarına karşılık kadınların da kocalarına bağlılık göstermeleri gerekir. İşte iyi kadınlar kocalarına bağlılık gösterirler, Allah’ın koruması ve verdiği başarıyla kocalarının ardından hem kendi namuslarını hem de kocalarının bütün haklarını korurlar. Karı-koca arasında gizli kalması gereken şeyleri korur, aile sırrını yaymazlar. Görevlerini hakkıyla yaparlar. Kocasına bağlılık gösteren kadınları öven Allah Resulü şöyle buyurmuştur: “Kadınların en hayırlısı şu kadındır ki, kendisine baktığın zaman seni sevindirir, kendisine bir şey söylesen sözünü tutar, bir yere gitsen arkanda kendi namusunu ve senin malını korur.” Saliha (iyi huylu) kadını bu şekilde niteleyen Allah Resulü daha sonra, “Allah kimilerini kimilerinden üstün kıldığı ve mallarından harcayıp kadınların geçimini sağladıkları için erkekler, kadınlar üzerinde yöneticidirler (Nisa 34)” ayetini okumuştur (Camiul-Beyan: 5/60)

Ayette, nüşuz eden kadınlar uyarılmaktadır. Nüşuz: Salihalığın tersidir, yani kocasına bağlılık göstermeyen, sözünü tutmayan, namusunu ve malını korumayan, kendisini korumayanlardır. İşte ayetin ikinci şıkkında böyle kadınları eğitmenin yöntemi öğretilmektedir: Önce onlara tatlı dille öğüt vermeli, iyiliğe yöneltmeye çalışmalıdır. Böyle yola gelmezse bir süre ayrı yatakta yatmak etkili olabilir. Kocasını seven kadın, onun ayrı yatmasına dayanamaz, sert ve huysuz tutumunu değiştirebilir. Bununla da yola gelmez, nüşuza devam ederse son çare olarak vurulabilir. Ayette vurma, başvurulacak son yöntem olarak anılmıştır. Başka yollar denenmeden bu yola gidilmez. Bu ayeti açıklarken 15 asır önce Kur'an’ın indiği dönemde kadınların durumunu göz önünde bulundurmak gerekir. O zamanlar kadına insan gözüyle bakılmazdı. Ölen kişinin karısı, aynen bir eşya gibi adamın varislerine intikal ederdi. Kadının üvey oğlu veya erkeğin en yakın varisi, onunla mehir vermeden evlenir veya başkasıyla evlendirip mehrini alırdı. Hatta doğmasından utanılan kız çocuklarını diri diri toprağa gömen insanlar vardı. Evlenen kadının malı mülkü kocasına geçerdi. Malında yönetim hakkı bulunmayan kadına mirastan pay da verilmezdi. Kocası karısına her türlü zulmü, baskıyı uygulasa da kimse sesini çıkarmazdı. Yine Nisa 19’da ise kadınlara güzel davranılması ve güzel geçinilmesi emredilir. 
"Ey iman edenler! Kadınlara istemedikleri halde mirasçı olmanız, size helal değildir. Apaçık bir fuhuş işlemedikçe, onlara vermiş olduğunuz şeylerin bir kısmını almak için baskı yapmayın. Onlarla iyi geçinin. Şayet onlardan hoşlanmıyorsanız, bilin ki hoşlanmadığınız bir şeyde Allah birçok hayır kılmış olabilir." (en-Nisa 19)
Yani bu emir de Nisa 34’ün istismar edilmesini engeller. İyi olanın güzel geçinmek ve kadınlara iyi davranmak olduğunu gösterir. Bir de Nisa 34 ayetini her yönden düşünüp etmek lazım. Örneğin Kuran birine zina ediyor isnadı yapmak için 4 şahit ister. 4 şahit bulmak da çok zordur. Dolayısıyla Kuran bunu o kadar zorlaştırmıştır ki neredeyse birine zina isnat edemezsiniz. Aynı şekilde bir adam da Nisa 34’teki vurma işini sinirlenip yapamaz. Önce öğüt vermesi, sonra yatakları ayırması lazım. Bu kolay mıdır? Değildir. Fakat Kuran erkekleri de böyle eğitiyor. Diyalog kurun anlayın diyor. Hala olmadıysa yatağını ayır diyor. Bunları yapabilen adam zaten yeterince sabır kazanır ve eğitilir. Sinirle hareket etmez. Kısaca Kuran tıpkı zinada olduğu gibi bu ayette de dövme işini neredeyse imkansız yapıyor. İslamiyet'in kadına verdiği değerle alakalı muhteşem 2 yazı için: 1, 2

3. Dünyayı düz olarak tasvir ediyor. (Hicr: 15), (Ra’d: 3), (Kaf: 7), (Gâşiye: 20), (Şems: 6), (Naziat: 30), (İnşikak: 3), (Bakara: 22), (Nede: 6-7), (Zariyat: 48)

3. Cevap:
Sırasıyla ayet ayet giderek iddiaları cevaplayacağız. Ama önce şu bilgiyi verelim: Yaygın kelimesi bir cismin şeklinden bağımsız olan bir hali ifade eder. Her cisim, yeterince büyük olduğu sürece yaygın olabilir. Mesela Dünya'nın şekli yıldız şeklinde olsaydı biz Dünya için yine de, yaygın ifadesini kullanabilirdik. İddialara cevap vermeye başlayalım:
"Herhalde gözlerimiz döndürüldü, doğrusu büyülenmiş bir topluluğuz." derlerdi." (Hicr 15)
Burada Dünya'yı düz olarak tasvir eden bir şey yok. Diğer iddia ayetine bakalım. Şuan 2 ayete birlikte bakacağız çünkü aynı "medde (مدد)" kelimesi var. 
"Ve O ki, yeryüzünü uzattı ve orada ağır baskılar ve nehirler yaptı. Orada meyvelerin hepsinden ikili eşler yaptı. Gündüzü geceyle örttü. Bunda tefekkür eden bir halk için ayetler vardır." (Ra'd 3)

"Yeryüzünü yaydık ve ona sağlam dağlar attık. Ve onda her güzel çifti bitirdik." (Kaf 7) 

Bu ayetlerde "yaymak" anlamındaki kelime "medde (مدد)"dir. Bu kelime uzatmak (extend) (protract), germek (distend), genişletmek-büyütmek (expand, dilate) uzatmak-germek (stretch) (draw out), yaymak (spread) anlamındadır.  (Hans Wehr 4th edition, page 1052 of 1303) Bu kelimenin düzlük ile alakası olmadığını bu kelimenin kullanıldığı ayetlere bakarak anlayabiliriz. 
"Hayır! Onun söylediklerini yazacağız. Ve ona azabı uzattıkça uzatacağız. (medden)" (Meryem 79)
Azabı uzatmak manasında yine bu kelime kullanılıyor. Burada azabın yayılması veya artması söz konusudur. Kelimenin anlamı düz olsaydı, Allah onun azabını düzleyecek gibi saçma bir anlam çıkardı. Yine aynı kelimenin kullanıldığı başka bir ayete bakalım.
"Onlara: meyvelerden, etlerden ve canlarının çektiği şeylerden bol bol sunarız." (Tur 22)
Bol bol sunmak anlamında yine aynı kelime kullanılıyor. Kelimenin anlamı düz olsaydı, canlarının çektiği şeyleri dümdüz yapacağız gibi saçma bir anlam çıkardı. Yani kelimenin kullanıldığı diğer ayetlere bakınca düzlükle bir alakası olmadığı açıkça görülüyor. Diğer Kuran'a göre Dünya düz iddiasıyla birlikte sunulan ayete bakalım.
"Ve yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş?" (Gaşiye 20)
Bu ayette yaymanın ne anlamda olduğunu, yine ayetin bağlamından anlayacağız. Bakalım:
"Hiç mi deveye bakmıyorlar, nasıl yaratılmış? Ve gökyüzüne, nasıl yükseltilmiş? Ve dağlara, nasıl dikilmişler? Ve yeryüzüne, nasıl yayılıp döşenmiş? Öğüt ver; sen yalnızca öğüt vericisin. Kimseyi zorla inandıracak değilsin." (Gaşiye 17-22)

Bakmıyorlar mı denmesi onun perspektif olduğunu, nimetlerin bizim gözümüzden anlatıldığını gösteriyor. Ayetlerde insanların inanması için birçok nimet örneği veriliyor. Devenin yaratılışı, göğün yükseltilişi, dağların dikilişi, yerin yayılışı. Dünya bir küredir ve yine de ovalarda, vadilerde, tepelerde, çöllerde, denizlerde vs. önümüze ne kadar muhteşem bir şekilde yayılmış görünüyor! Bunları gören insan, hayatında bir plan ve amaç göremeyebilir mi, yoksa bu hayatın ardından hesap vereceği büyük Yaratıcı'ya yönelmeyebilir mi? Yine ayette "düz" kelimesi yok, "düz" Arapça'da musattah'tır. Ayrıca şöyle bir durum da var, ayette gerçekten de "düz" yazmış olsaydı bile, bu yine Dünya'nın şeklinin düz olduğu anlamına gelmek zorunda olmazdı. Dünya'da düzlüklerin olması, tüm Dünya'nın düz bir şekle sahip olması demek değildir. Dünya'nın genişliğinden dolayı yüzeyinin her yeri düz sayılabilir.

Diğer iddiaya geçelim. İki iddiayı aynı anda cevaplayacağım çünkü aynı deha, taha kelimesi var. Deha ile taha aynıdır, “dal” harfi ünsüz sertleşmesine benzer bir ses olayına uğrayıp “t” olmuştur. Öncelikle kelimelerin anlamına bakalım.
Yaymak (spread), genişletmek-büyütmek (expand), uzatmak (extend) anlamındadır. (Lane's Lexicon, page 869 of 3039) Yani düzlükle alakası yok, ayetlere geçelim.
"Bundan sonra yeryüzünü yaydı." (Naziat 30)
"Yeryüzüne ve onu yayana and olsun." (Şems 6)
Naziat 30'da Allah yeryüzünü yaydı diyor. Birkaç ayet sonrasında ise, niçin böyle olduğu geçiyor.
"Size ve hayvanlarınıza bir yarar olmak üzere." (Naziat 33)
Allah bizim faydalanmamız için yeryüzünü yaymıştır. Ayet hiçbir şekilde Dünya'nın şeklinden bahsetmiyor. Şems 6'yı ayrı açıklamaya gerek yok, çünkü Allah neden yeri deha ettiğini Naziat 33'te söylüyor. Yani Dünya'nın düzlüğüyle ilgisi yok. Diğer iddiaya geçelim.
"Yer, düzlendiği, içinde olanları dışa atıp boşaldığı, ve ’kendi yaratılışına uygun Rabbine boyun eğdiği zaman." (İnşikak 3-5)

Ayet kıyamet günü Dünya düz olacak diyor, demek ki şu an düz değil. Burada farkında olmadan Kuran'a göre Dünya'nın düz olmadığını kanıtlamışlar. Şimdi Bakara 22, Zariyat 48 iddiasına cevap verelim. Çünkü ikisinde de "firaş" kelimesi bulunmaktadır.
"Ve yeryüzünü Biz döşedik. Ne güzel döşeyiciyiz." (Zariyat 48)
"O, sizin için yeryüzünü bir döşek (yaygın), gökyüzünü bir bina kıldı..." (Bakara 22)

Firaş, yaymak, (spread) genişletmek-büyütmek, (expand) üzerine yatmak için yere yayılan bir şey, (anything spread on the ground for bedding) döşemek, (furnish) anlamlarına gelir. (Hans Wehr, page 825 of 1303, Lane's Lexicon, page 2424 of 3039) Bu kelimenin düzlük ile yine bir alakası yoktur. Mesela, aynı kelime Arapça'da şöyle kullanılıyor: "efraşe-ş şecaru=وأفرش الشجر" = "ağaç dallandı" anlamına gelir. Bu ne demek? Ağaç dümdüz oldu demek değil. Ağaç yayıldı dallarını açtı büyüdü gelişti anlamına gelir. Yine, Arapça'da şöyle de kullanılır: "ferraşe-z zerau=وفرّش الزرع" = "ekin yayılıp çoğaldı" Bu ne demek? Ekin dümdüz oldu anlamına gelmiyor. Ekin yayıldı, çoğaldı büyüdü gelişti anlamında yine bu firaş kelimesi kullanılır. Buradan, yine düz anlamına gelmediği açıkça görülüyor. (Zamahşeri: Belagat Esasları فرش)

Ve son Kuran'a göre Dünya düz iddiasını cevaplayalım, ve 4. iddiaya geçelim.
"Yeryüzünü bir yatak yapmadık mı?" (Nebe 6)
İlk önce Hans Wehr isimli sözlükten bu "mihad" kelimesinin anlamlarına bakalım. Dinlenme yeri, (place of rest) dinlenme alanı, (resting place) yatak, (bed) kolayca erişilebilir kılmak, (make easily accessible) elverişli hale getirmek, (make convenient) zahmetsiz hale getirmek. (make effortless) anlamlarına gelir. (Hans Wehr 4th edition, page 1089 (of 1303) Göreceğiniz üzere düzlükle ilgisi yoktur. 

Başka sözlüklerden de bakalım mesela, Müfredat isimli sözlükte yine bu kelimeyle ilgili şu bilgiler yer alır: "Çocuk için hazırlanan yatak, beşiktir. Allah buyurur ki: "Biz beşikteki çocukla nasıl konuşabiliriz..." (Meryem 29) Hazırlanan, üzerine basılan yerdir. Sana şunu hazırladım, yaydım demektir. Allah buyurur ki: "Ve ona nimetleri hazırladım da hazırladım." (Müddessir 14) (Müfredat: مهد)

Gördüğünüz gibi Müddessir 14'te de aynı kelime hazırlamak anlamında kullanılıyor. Rum 44'te de aynı şekilde. Yine başka sözlüklerden de bakalım. Yine İbn Faris, Mekayisi'l Luga isimli sözlükte "Bir şeylerin başlatılmasını ve kolaylaştırılmasını gösteren bir kelimedir." bilgisi yer alır. (Mekayisi'l Luga: مهد) Göreceğiniz üzere düzlük ile en ufak alakası yoktur. Şimdi, Kuran'da Dünya'nın şekli nedir diye sorabilirsiniz:
"Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Geceyi gündüzün üzerine yuvarlar ve gündüzü de gecenin üzerine yuvarlar. Güneş'i ve Ay'ı buyruğu altına almıştır. Her biri belli bir süreye kadar akıp gitmektedir. İyi bil ki, O Aziz'dir, Gaffar'dır." (Zümer 5)
Ayette, "yuvarlar" diye çevrilen kelime yukevviru (كور)'dur. Bu kelimenin sözlük anlamlarına bakalım: Yuvarlamak (to roll) (roll up), dolamak-sarmak (coil), top yapmak (roll into a ball) yuvarlak yapmak (to make round), top şeklinde (ball-shaped), yuvarlak olmak (to become round) top şekline sokmak (be or become ball-shaped) küresel (globular) küre (spherical) top şekline sokmak veya top yapmak (form or gather into a ball) yuvarlak bir cismin üzerini sarmak (he wound the thing in a round form) (Lane's Lexicon, page 2695 of 3039, Hans Wehr 4th edition, page 991 of 1303)

4. Ayetlerde konuşanın kim olduğu belli değil. 3 ayrı özne var; Ben (Muhammed), O (Allah), Biz. (Hud: 2), (Zariyat: 51), (En’am: 114), (Hicr: 9), (Tekvir: 19-20), (Ahzab: 56) ???

4. Cevap:
Bu iddiayı ortaya atanların, edebiyat bilgisinin sıfır olduğu bellidir. Arapça'da, bazen muhatap (sen) zamiri, konuşan (ben) zamiri yerine geçebilir. Bazen konuşan (ben) kendisini yüceltmek maksadıyla üçüncü şahıs (o) diye anlatabilir (Kadı Beydavi) Kuran'da bunun örneği çok görülür. En basitinden, Bakara 83-84 ayetlerinde İsrailoğulları üçüncü şahıs (o) diye anlatılırken birden muhatap (sen/siz) olarak anlatılıyor. Bu bir hata değil, dilin yapısıdır. Mesela Lisânü’l-Arab'da geçen bir Arapça şiirden örnek verelim:
من يساجلني يساجل ماجدا
"Kim benimle yarışırsa, şerefli biriyle yarışma yapmış olacak." 
(Lisânü’l-Arab, سجل Maddesi)
Burada gördüğünüz gibi, şair ilk kısımda "ben" diyerek birinci şahıs olarak kendisinden bahsederken, ikinci kısımda "o" diyerek kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmiş. "Aha! Kendisini başkası sandı, üçüncü şahıs anlatıyor deli bu!" diye kimse demez. Ancak her ne hikmetse, hiçbir Arap buna hata demiyor. Çünkü gerçekten hata değil, bir söz sanatı sadece. fakat bizim ateistler “hata” diyebiliyor. Her konuda bize "1400 yıldır kimse anlamadı, tek siz mi anladınız?" diyen ateistlere şunu soruyoruz: 1400 yıldır, bu kadar Arap edebiyatçısı, alimi, müfessirleri bu kitabı okumuş, kelimelerin anlamları üzerinde dahi tartışmalar çıkarmış, hiçbiri de "dil hatası" olduğunu fark edememiş de bir tek siz mealden mi fark ettiniz?

5. Spermin testiste oluştuğunu bilmiyor. (Tarık: 7)

5. Cevap:
"İnsan neyden yaratıldığına bir baksın: Kuvvetle atılan bir sudan yaratıldı. O, bel ile kaburga kemikleri arasından çıkar. O (Alla), onu tekrar döndürmeye kadirdir. (Tarık 5-8)"
Ayet, su diyor. Eğer spermden bahsedecek olsaydı Allah, Kıyamet suresinin 37. ayetindeki gibi meniyyin kelimesini kullanabilirdi! Ama ma yani su diyor. Ma kelimesinin anlamına sözlükten bakalım. Su (water), sıvı (liquid, fluid) anlamındadır. (Hans Wehr, 4th edition, page 1094 of 1303) Peki bu bel ile kaburga kemikleri arasından çıkan su nedir? Not: İtalik yazan paragraf şu adresten alınmıştır: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2017/12/sperm-bel-ile-kaburga-kemikleri-arasindan-atilir/ Kadınlarda çocuk oluşum mekanizmasının başlangıcına bakalım. Kadın üreme organlarından yumurtalık (ovaryum) üzerinde ayda bir defa follikül (içi su dolu baloncuk) oluşmakta ve bu follikül patlayarak içindeki yumurta (ovum) hücresini Fallop tüpüne doğru hızla fırlatmaktadır. Baloncuktaki bu patlama sonucu meydana gelen “tazyikle fırlatılma olayı” sayesinde yumurta hücresinin gideceği yere ulaşması sağlanmış olur. Eğer tazyikle atılma olmasaydı yumurta hücresi tutunma yerine yani rahime varamayıp karında farklı noktalara tutunurdu, bu olaya ise dış gebelik denir. Aşağıda olayın videosu eklendi. Videoya ulaşamazsanız, ismi: Ovulation - Nucleus Health. Veya "YouTube'da izleyin" butonuna tıklayın. Yani ayet hata değil mucizedir, Kuran burada bel ile kaburgalar arasından sıvı çıkar derken bilinmeyen bir şeye işaret etmiştir ki bunun doğru çıkması bir mucize olarak görülmelidir. Bu ise kadın ovaryumundan fışkırarak çıkan ovaryum sıvısıdır.

6. Her canlıyı çift yarattık diyor, bakterilerden haberi yok. (Zariyat: 49)

6. Cevap:
Ayette canlı kelimesi yok.
"Her şeyi çift yarattık. Umulur ki öğüt alırsınız." (Zariyat 49)
Öncelikle, ayette her canlı demez, her şey der. Öncelikle küçük bir mantık yürütme yapalım. Ayetteki “zevceyn” kelimesinin erkekli dişili eş olarak kullanıldığını farz edelim: Ayette “canlı” kelimesi geçmediği için, doğal olarak bu var olan her şeyin çift olduğunu söylemektedir. Peki birisi çıkıp da “Ey Muhammed! Taşın, tahtanın erkeği dişisi yok.” diyemez miydi? Çünkü o dönemde yaşayan bir insan, her varlığın erkekli dişili eşi olmadığını bilebilir. Ayrıca, İslam'a göre meleğin de erkeği dişisi yoktur. Peki bu durumda, Kur'an'ın yazarı, neden kendisinin bile bileceği bir durumda neden kendi inancıyla çelişen bir şeyi söyleyerek kendini ele versin ki? Sadece bunu düşünürseniz bile, ayetin kastettiği şeyin “erkekli dişili eş” olmadığını görebilirsiniz. Doğal olarak bu ayet her şeyin çift olduğunu söylemektedir. Peki, bilim ne diyor? Stephen Hawking, Zamanın Daha Kısa Tarihi kitabında şöyle der:
"Atomlar, elektron, proton ve nötron denilen daha küçük parçacıklardan oluşur. Protonlar ve nötronlar, kuvark denilen daha da küçük parçacıklardan oluşur. Dahası, bu her bir atomaltı parçacığa denk düşen bir karşıt parçacık vardır. Karşıt parçacıklar, kardeş parçacıklarıyla aynı kütleye sahiptir, ama yükleri ve diğer özellikleri zıttır. Örneğin, bir elektronun karşıt parçacığına pozitron denir, elektronun karşıtı olarak pozitif yüklüdür. Karşıt parçacıklardan yapılmış karşıt dünyalar ve karşıt insanlar olabilir. Ancak bir parçacıkla karşıt parçacık karşılaştıklarında birbirlerini yok ederler. Yani, eğer karşıt benliğinizle karşılaşırsanız, el sıkışmayın, büyük bir ışık patlaması içinde ikiniz de kaybolabilirsiniz!"
7. Güneşin çamura battığını iddia ediyor. (Kehf: 86)

7. Cevap: 
"Nihayet, Güneş'in batışına ulaştığı zaman, onu kara balçıklı bir gözede batar buldu. Onun yanında da bir kavim buldu. Dedik ki: "Ey Zülkarneyn! Ya azap edersin, ya da kendilerine güzel davranırsın." (Kehf 86)
Evet, eğer ayete göre Güneş gerçekten de fiziksel olarak kara balçığa batıyorsa, Kuran Allah kelamı olamaz. Ayette batmak anlamında kullanılan kelime "tağrubu"dur. Halbuki bu kelime Arapça'da fiziksel bir batışı ifade eden bir kelime değildir. Arapça'da fiziksel batışı ifade edebileceğimiz 2 tane kelime vardır, ve bu kelimeler "tağrubu" kelimesinden farklıdır. Arapça'da bir şeyin fiziksel olarak başka şeyin içine girmesi için kullanılan kelime "dehale"dir. Mesela bu kelime Ali İmran 37'de Zekeriya'nın mabede girişi için kullanılır. Arapça'da bir şeyin suyun içine batmasını ifade eden kelime ise "gareke"dir. Bu kelime Kehf 71'de "İçindekileri batırmak için mi gemiyi deldin?" şeklinde geçer. Eğer Kuran'ın yazarı gerçekten Güneş'in akşamları çamura battığını zannettiyse, o zaman neden fiziksel olarak batmayı ifade eden bu iki ifadeden birini kullanmamıştır? Gördüğünüz gibi kanıtlar çok açık. 

8. Yıldızlar şeytanın atış tanesi diyor. (Mulk: 5)

8. Cevap:
Mealde Saffat 6-7 ile bu ayetin aynı gibi görünmesi sizi şaşırtmasın. Mülk 5'te lambalar anlamına gelen mesabih kelimesi kullanılmıştır. Kelimenin lambalar anlamına geldiğine dair kaynaklara bakabilirsiniz. (Müfredat: صبح) Bu kelimeyi yıldız diye çevirenler olsa da, Nur 35'te yıldız manasında olan kevkeb kelimesiyle birlikte gelmesi, aynı anlamda olmadığını gösteriyor. Saffat 6'da ise yıldızlar anlamında kevkeb kelimesi kullanılmıştır. Dikkat edilirse Mülk 5'teki lambaların şeytanlara atıldığı söylenirken, Saffat 6-7'de böyle bir şey söylenmiyor. Peki bunun nedeni nedir? Yıldız kayması dediğimiz olayda kuyruklu yıldızlardan kopan parçalar atmosfere girerek yanmaya başlar. Atmosferde sanki yıldız kaymış gibi bir görüntü verir. Asırlar önce yaşayan bir insan doğal olarak bunların yıldız olduğunu zanneder. Ancak Kur'an özellikle yıldızlar manasında olan kevkeb veya necm kelimesini kullanmamıştır. Lambalar anlamında mesabih kelimesini kullanmıştır. İşte ayette anlatılan ışıklar da bunlardır. Peki, bunlar şeytanlara atılıyor mu? Evet. Peki ateistler, şeytanlar metafizik ve görünmezken bunların şeytanlara atılmadığını nasıl kanıtlayabilirler? Bunların bilime ters olması için bilim bunun tam tersini kanıtlaması lazım. Şeytanlar görünmez şeyler, bunun tam tersini nasıl kanıtlayabilirsiniz? Meteorların şeytanlara atış tanesi olmadığını iddia sahibi gelsin kanıtlasın. Yani buna da hata denmez. Şeytan görünmez bir şey ve bunu disprove edemezsiniz.

9. Kutuplar yok. En kuzey ve en güneyde oruç nasıl tutulabilir, bir malumat yok. (Bakara: 187)

9. Cevap:
İtalik yazılar şu adresten alındı ve içeriği biraz değiştirildi: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/02/kutuplarda-namaz-ve-oruc/ Bir başka eleştiri, 6 ay gece 6 ay gündüzün yaşandığı kutuplarda namaz kılınamaz, oruç tutulamaz eleştirisidir. Ateistlerin Kuran’da açık bulduk diye bilgisi olmayan insanları tuzağa düşürdükleri sorulardan bir tanesi de budur. Bu konuyu iki madde ile cevaplayacağız. 

#1 Bütün insanlara uyan kurallar üretmek Dünya’nın ve yaşamın gerçekliğine aykırıdır. 

İnsanlar birbirinden farklı özelliklere sahiptir. Bir insanı tanımlayacak hiçbir özellik diğer bütün insanların tamamına uygulanamaz. İnsanlar arasındaki bu farklılıktan dolayı bir özelliğiniz insanların çoğunluğuna uyuyorsa o özelliği genelleyebilirsiniz. Örnek olarak, bir ülkenin insanları çay sever dediğimizde istisnasız bütün insanlarının çay sevdiğini kast etmeyiz. Çoğunluk seviyorsa çay seven bir ülke deriz. Örneğin, işyerinde çay molası saati belirlemeye çalışıyorsunuz. Kalabalık bir işyeri ise herkese uyan bir saat olmayabilir.  O halde çoğunluğa uyan ortak bir saat belirlersiniz. Azınlık ise çoğunluğa uyar. İşyerinde öğle yemeği çıkarırsınız hangi yemeği yaparsanız yapın mutlaka o yemeği sevemeyen birkaç kişi olacaktır. Herkese her an uyamazsınız. Çoğunluğa uyan bir standart belirlersiniz. Kısacası aklınıza gelebilecek hiçbir standart için bütün insanları kapsayacak bir model yoktur. Aynı şekilde Kur'an insanlardan bahsettiği zaman her insan bu şartları tamamıyla taşıyacak ve örneğimiz üzerinden konuşursak, kutuplarda namaz ve oruç bahsini de Dünya'da karşılaşılabilecek tüm detaylarla birlikte detaylandırsın diye bir önerme olamaz. 

Maide 6: "Ey iman edenler, namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın, başlarınızı meshedin ve her iki topuğa kadar ayaklarınızı da." 

Bu ayet, elleri ve kolları olan insanlar için bu şekilde uygulanır, “elleri ve kolları olmayan”  insanlar ise en kolayına gelen şekilde ayeti tatbik etmeleri beklenir. Kur'an elleri kolları olmayan insanları bilmiyor muydu diye kimse sormaz. Veya ayakları olmayıp ayağa kalkamayan, dolayısıyla aynı ayette belirtilen “namaza kalkmayı hiç yapamayan insanları Allah bilmiyor muydu?" gibi saçma bir soru kimse sormamıştır. Ateistlerin aklına bu güne kadar bu ayetin, elleri olmayanları düşünmemiş olduğu, veya uykusuzluk hastalığını düşünmemiş olduğu gelmiş midir? Cevap: Hayır böyle bir komik iddia kimse tarafından dillendirilmemiştir. Çünkü dediğimiz gibi sunacağınız her standardın dışında kalan insanlar mutlaka olacaktır. 

Fetih 27: "…mutlaka siz Mescid-i Haram’a güven içinde, saçlarınızı tıraş etmiş, kısaltmış olarak (ve) korkusuzca gireceksiniz…" 

ayetinde toplum içindeki saçları olmayan insanları Allah bilmiyor muydu diye kimse sormaz... 

Bakara 189: "…Evlere kapılarından girin…" 

Kuran bu emri verirken, kapı kilitli olduğu için pencereden girmek zorunda olan insanları bilmiyor muydu? Diye kimse sormaz. Örnekler çoğaltılabilir. Kuran’ın üslubuna baktığımızda ana hükümleri verir. Hayati önemdeki kanunlardan bahseder. Çok ayrıntısına girmez, bunları da insanların akıllarına havale eder. Nitekim insanlar akıllarıyla bu meseleleri çözmüşler, hatta kutuplarda namaz kılma meselesi ilk Müslümanlardan beri üzerinde durulmuş ve “en yakın bilinen bölgenin takvimine göre namaz kılınmalıdır” diye karar vermişlerdir. Kutup dairesinde yaşayan insan sayısı ise insanlığın binde 0.7'lik bir bölümüne denk gelmektedir. Orana vurulursa saçları olmayan Müslümanlardan kat kat daha azdır. O halde Kuran kutuplarda namaz kılacakları bilmiyor mu yerine saçları olmayan insanları bilmiyor muydu ki saçlarını tıraş edeceksiniz dedi demek bile daha mantıklıdır. 

#2 Kutuplarda 6 ay gece 6 ay gündüz mü oluyor peki? 

Kutup dairesinde yaşayan insan sayısı ise insanlığın binde 0.7'lik bir bölümüne denk gelmektedir. Ayrıca kutup dairesinin her yerinde 6 ay gece 6 ay gündüz yaşanmaz. Sadece kutupların tam ortasındaki noktada bu olgu yaşanır. Kutup dairesinin kenarlarına doğru geldikçe sürekli güneşin görüldüğü veya hiç görülmediği günlerin sayısı hızla azalır, kutup dairesinin sınırlarında ise senede sadece bir gün güneşin doğmadığı ve batmadığı noktalara rastlanır. Örneğin kutbun kenarında Ocak 21'de gün 4:55 saat sürer, Şubat 21'de 8:52 saat, Mart 20'de 12:18 saat, Nisan 21'de 16:16 saat, Mayıs 21'de 20:25 saat sürer. Haziran 21'de gün batmaz, Temmuz 21'de 20:37 saat sürer, Ağustos 21'de 16:23 saat sürer, Eylül 21'de 12:18 saat, Ekim 21'de 8:48 saat, Kasım 21'de 4:53 saat, Aralık 22'de 2:11 saat sürer. Kutuplarda yaşayan toplam 4 milyon 238 bin kişi vardır. Dünya nüfusunun yaklaşık binde 0.7 gibi bir kısmına denk gelir. Yerleşim yerleri ise kutup dairesinin çevreleridir. Ortaları değil. Örneğin Türkiye’den bir kısım akademisyenlerin gidip Güneş'i gözlemleme çalışması yaptıkları Troms kenti 155.000 nüfusu ile haritada görülmektedir. Görüldüğü gibi çoğu insanın sandığı gibi kutuplarda yaşayanlar 6 ay gece 6 ay gündüz yaşamıyorlar. Harita aşağıdadır:

10. Milyonlarca yıl hüküm sürmüş dinozorlar yok ama deveden bahsediyor! (Gaşiye: 17)

10. Cevap:
Ateistlerin bu iddiası açıkça mantık hatası içeriyor. Herhangi bir kitapta yazmayan şeyden yola çıkarak o kitabın yazarının o şeyden habersiz olduğu iddia edilemez. Bu sadece Kuran için geçerli değil, tüm kitaplar için geçerlidir. Şimdi bunu çok basit bir örnekle gösterelim. Bildiğiniz gibi Albert Einstein, gelmiş geçmiş en zeki insanlardan biri olarak kabul edilir. Einstein'ın Dünyamıza Bakış isimli kitabına bakalım. Bu kitabında Einstein, hayata dair birçok konuyu ele alıyor. Şimdi bu kitabında gündelik yaşamlarımızın bir parçası olan birkaç kelimeyi aratalım. Aratacağımız kelimeler şunlardır: yemek, yağmur, ağaç. Yemek kelimesine bakalım. 

Gördüğünüz gibi hiçbir sonuç çıkmıyor. Şimdi de yağmur kelimesine bakalım.

Yağmur kelimesinde de hiçbir sonuç çıkmıyor. Ve son olarak, ağaç kelimesine bakalım.

Gördüğünüz gibi yine hiçbir sonuç yok. Yani Einstein, kitabında yemek, yağmur ve ağaç gibi şeylerden hiç bahsetmiyor. Ateistlerin mantığına göre Einstein, yemek, yağmur, ağaç gibi şeylerden hiç bahsetmediği için, bu şeylerin varlığından habersiz olması gerekir. Bunu düşünmek elbette saçma olur. Eğer Einstein'ın kitabında geçmeyen şeyler için, Einstein'ın o şeyleri bilmediği iddia edilemiyorsa, o zaman Kuran'da yazmayan şeyler için de Kuran'ın yazarının o şeyleri bilmediği iddia edilemez. Kuran'da Arap coğrafyasında gözlemlenebilecek birçok şeyden de bahsedilmez mesela Kuran, gökkuşağından hiç bahsetmez. Ateistlerin iddiasına göre gökkuşağı Kuran'da geçmediği için, Kuran'ın yazarının gökkuşağını bilmediğini söylememiz gerekir. Halbuki gökkuşağı Arabistan'da da gerçekleşen bir fenomendir. Yani bizzat peygamberin görebileceği bir şeydir. Buna rağmen hiç bahsedilmez. Aynı şey, fare ve kedi gibi canlılar için de geçerlidir. Kuran'da fare ve kedi asla geçmez ama Arabistan'da kedi ve fare gibi canlılar vardır. Herhangi bir kitapta yazmayan şeyin, o kitabın yazarı tarafından bilinmediği düşüncesinin hatalı olduğu, 2+2'nin 4 etmesi kadar açıktır. Herhangi bir ateist, Kuran'da tost makinesi neden geçmiyor diye bir soru sormuş mudur? Cevap hayır, böyle saçma bir soru hiç dillendirilmemiştir.

11. İnsansı canlılar olan Neanderthal yok ama olmayan melekler, şeytanlar ve cinler var. (Bakara: 102), (En’am: 8-9), (A’raf: 20)

11. Cevap:
Bu da yine yukarıdaki soruyla alakalı. Tekrar tekrar sorarak maddeleri çoğaltmış gibi gösteriyorlar. Cinleri, melekleri, şeytanları görebiliyorsunuz demiyor zaten ayetler. Ben, yazar, cinleri gerçekten hissetmiş biriyim. Hem de tek başıma değil, birçok kişiyle aynı anda hissettim. Gerçekler.

12. Beyin kelimesi yok. Beyin yerine düşünme organı olarak kalp anlatılıyor. (Muhammed: 24), (A’raf: 179), (Hacc 46), (Ali İmran: 119)

12. Cevap:
Önce, Kuran'da beyin yok iddiasına cevap verelim.

Alak 15-16: "Sakın, şanım hakkı için, eğer (akıllanıp) vazgeçmezse, muhakkak Biz sürükleyeceğiz o alnı! Yalancı, cani bir alnı."

Alnın yalancı ve günahkar olmasının söylenmesi, beynin Kuran'da olduğunu gösterir. Peki, kalbin düşünmeye etkisi var mıdır? Bu konuda Bilim ve Yaratılış Ağacı müthiş tespitler yapmış, onların yazılarını aktaracağız. İtalik yazılar alıntıdır. Kaynak: https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2018/07/kalp-dusunur-mu-kuran-dusunen-kalp/

Kalp ve beyin arasındaki ilişkiyi inceleyen geniş kapsamlı bir çalışmada, HeartMath (Kalp matematiği) enstitüsünden Dr. Rollin McCraty ve ekibi, kalp ve beynin nasıl senkronize hareket ettiklerini uzun bir yazılarında anlatmışlardır. (McCraty, R., et al., The Coherent Heart Heart-Brain Interactions, Psychophysiological Coherence, and the Emergence of System-Wide yOrder. Integral Review: A Transdisciplinary & Transcultural Journal for New Thought, Research, & Praxis, 2009. 5(2)

Yazılarında, beyinde düşünce sırasında açığa çıkan elektromanyetik dalgaların beynin düşünce işlemlerinde önemli görevleri olduğu bilindiği gibi, aynı şekilde duygu durumlarına göre kalbin elektrokardiyogram yapılarının değiştiğini ve bu bulguların tekrar edilebilir olduğunu bildirmişlerdir. Her duygu durumu ile birlikte kalbin ayrı bir ritme girdiğini belirtmişlerdir. Kalp ritmini çeşitli sinyal parametrelerinin formüle edilmesiyle bulmuşlardır ve bu kalp vuruş sayısından farklıdır. 106 sayfalık yazılarının hepsini veremeyeceğimiz için burada özet olarak bazı cümlelerinin tercümelerini paylaşacağız: 

“Kalbin beyin ve bedenle iletişim kurduğu ana yollar hakkındaki bu çalışmamız, kalbin ürettiği sinyallerin duygusal deneyimleri sürekli olarak nasıl bilgilendirdiğini ve bilişsel işlevi nasıl etkilediğini gösterir… 

Kalp, vücut fonksiyonları için gerekli olan sistem bilgisinin tutarlı bir bütün olarak üretilmesinde ve aktarılmasında merkezi bir rol oynar. Bu önermeyi destekleyen çok sayıda kanıt vardır: Kalp, vücuttaki ritmik bilginin en tutarlı ve dinamik jeneratörüdür; onun kendi sinir sistemi, beyinden bağımsız olarak çalışan karmaşık bir bilgi şifreleme ve işleme merkezidir; kalp çoklu vücut sistemlerinde işlev görür ve böylece sistemler arasında ve tüm vücut boyunca bilgileri entegre etmek ve iletmek için benzersiz bir şekilde konumlanır; ve tüm bedensel organlar içinden kalp, beyinle en geniş iletişim ağına sahiptir. 

Daha sonra açıklanacağı gibi, kalp sinyalleri sadece beyindeki homeostatik düzenleyici merkezleri etkilemekle kalmaz, aynı zamanda algısal, bilişsel ve duygusal işlemede yer alan daha yüksek beyin merkezlerinin aktivitesini de etkiler, dolayısıyla davranış ve deneyimlerimizin birçok ve çeşitli yönlerini etkiler.”

Dr. Schaffer tarafından yapılan bir araştırmada, kalbin beyinden önce bilgiyi işlediğini ve bu sezgisel bilgiyi merkezi sinir sistemi aracılığıyla beyne gönderdiğini bildirilir. (Shaffer, F., R. McCraty, and C.L. Zerr, A healthy heart is not a metronome: an integrative review of the heart’s anatomy and heart rate variability. Frontiers in psychology, 2014. 5: p. 1040)

Bir çalışmada Mc Carty ve ekibi deneklere uyarıcı fotoğraflar göstermişler ve kalp dalgalarının beyin dalgalarından önce oluştuğunu ve beyne iletildiğini belirlemişlerdir. (McCraty, R., M. Atkinson, and R.T. Bradley, Electrophysiological evidence of intuition: Part 1. The surprising role of the heart. The Journal of Alternative & Complementary Medicine, 2004. 10(1): p. 133-143) 

Yine McCraty 2014 yılında bir araştırmasını yayınladı, bu araştırmada Rulet oyunu oynarken denekler izlendi: Kalp dalgalarının, katılımcılara iyi ya da kötü bir bahse ilişkin bir gösterge verecek şekilde değiştiğini gözlemlediler. Katılımcıların iç kalp tepkilerine göre hareket etmeleri halinde, daha iyi bahis seçimleri yapmış olduklarını tespit ettiler. Bu da eskiden beri söylenen kalbinin sesini dinle sözünün hiç de küçümsenmeyecek olduğunu gösteriyor. (McCraty, R. and M. Atkinson, Electrophysiology of intuition: pre-stimulus responses in group and individual participants using a Roulette paradigm. Global advances in health and medicine, 2014. 3(2): p. 16-27)

Nörokardiyoloji uzmanları beyin ve kalp arasındaki bağlantıyı son 20 yıldır artan oranda araştırıyor. “Şu anki tespitlere göre Kalplerin manyetik enerjisinin, beyin tarafından üretilenlerden 5000 kat daha güçlü olduğu bulunmuştur. Buna ek olarak, kalplerimizin çok zeki olduğunu gösteren “kalplerin kendi beyni” veya “kalp-beyni (heart-brain)” olarak da adlandırılan “nöral hücreler” olarak adlandırılan beyin hücrelerini içerdiklerini bildiren çok sayıda araştırma var:
(Shaffer, F., R. McCraty, and C.L. Zerr, A healthy heart is not a metronome: an integrative review of the heart’s anatomy and heart rate variability. Frontiers in psychology, 2014. 5: p. 1040) 

(Goldstein, D.S., Neuroscience and heart-brain medicine: the year in review. Cleveland Clinic journal of medicine, 2010. 77(0 3): p. S34) 

(McCraty, R. and F. Shaffer, Heart rate variability: new perspectives on physiological mechanisms, assessment of self-regulatory capacity, and health risk. Global Advances in Health and Medicine, 2015. 4(1): p. 46-61)

(Armour, J.A., Anatomy and function of the intrathoracic neurons regulating the mammalian heart. Reflex control of the circulation, 1991: p. 1-37)

(Armour, J.A., Potential clinical relevance of the ‘little brain’on the mammalian heart. Experimental Physiology, 2008. 93(2): p. 165-176)


Araştırmalar, kalbin sinir sisteminin, beynin ön korteksini etkilediğini,

(McCraty, R., M. Atkinson, and R.T. Bradley, Electrophysiological evidence of intuition: Part 2. A system-wide process? The Journal of Alternative & Complementary Medicine, 2004. 10(2): p. 325-336)

(Lane, R., et al., 21. Activity in medial prefrontal cortex correlates with vagal component of heart rate variability during emotion. Brain and cognition, 2001. 47(1-2): p. 97-100)

beynin motor korteksini etkilediğini,

(Svensson, T. and P. Thoren, Brain noradrenergic neurons in the locus coeruleus: inhibition by blood volume load through vagal afferents. Brain Research, 1979. 172(1): p. 174-178) 

dikkati ve motivasyonu sağladığını 

(Schandry, R. and P. Montoya, Event-related brain potentials and the processing of cardiac activity. Biological psychology, 1996. 42(1-2): p. 75-85) bilişi ve hafızayı 

(Hassert, D., T. Miyashita, and C. Williams, The effects of peripheral vagal nerve stimulation at a memory-modulating intensity on norepinephrine output in the basolateral amygdala. Behavioral neuroscience, 2004. 118(1): p. 79) 

ve duyguları 

(Zhang, J.-X., R.M. Harper, and R.C. Frysinger, Respiratory modulation of neuronal discharge in the central nucleus of the amygdala during sleep and waking states. Experimental Neurology, 1986. 91(1): p. 193-207) 

etkilediğini bildirmişlerdir. 

(McCraty, R. and F. Shaffer, Heart rate variability: new perspectives on physiological mechanisms, assessment of self-regulatory capacity, and health risk. Global Advances in Health and Medicine, 2015. 4(1): p. 46-61)

Dr. Shao ağrılı bir olaya maruz kalındığında kalpten gönderilen sinyallerin beyinde ağrı algısı oluşturmuş olduğunu yaptığı klinik çalışmalarla ortaya koymuştur:

(Shao, S., et al., Effect of pain perception on the heartbeat evoked potential. Clinical neurophysiology, 2011. 122(9): p. 1838-1845)

Bu yüzden araştırmacılar ağrının seviyesinin ölçümü için kalpten çıkan sinyallerin kullanılmasını önermişlerdir. (McCraty, R., et al., The Coherent Heart Heart-Brain Interactions, Psychophysiological Coherence, and the Emergence of System-Wide yOrder. Integral Review: A Transdisciplinary & Transcultural Journal for New Thought, Research, & Praxis, 2009. 5(2Kalp sinyallerinin dua etme anındaki sonuçları Dr. Edward tarafından yayınlanmıştır. Bu çalışmaya göre dua, kalp sinyalleri ile çok yakından ilişkilidir, dua edenlerde psikolojik iyileşme, beyin-kalp tutarlılığı olduğu ortaya konmuştur. (Edwards, S.D. and D.J. Edwards, Contemplative investigation into Christ consciousness with Heart Prayer and HeartMath practices. HTS Theological Studies, 2017. 73(3): p. 1-5)

McCarty 2015 yılında yayınladığı çalışmasıyla duygular ile kalp sinyallerinin bağlantısını gösterdiğini bildirmiştir. 

(McCraty, R. and F. Shaffer, Heart rate variability: new perspectives on physiological mechanisms, assessment of self-regulatory capacity, and health risk. Global Advances in Health and Medicine, 2015. 4(1): p. 46-61) 

Whitney kendi tez çalışmasında kalbin, duyguları, düşünceleri ve aklı düzenleyen bir organ olduğunu açıklamıştır. 

(Whitney, A., Map of the Heart: An East-West Understanding of Heart Intelligence and its Application in Counseling Psychology. 2017, California Institute of Integral Studies.)

Kalbin haritası isimli bu tez çalışması okumaya değerdir. Armour ise kalp nöron yumaklarının ön korteksi ve böylece duyguları etkilediğini, bunun için nörotransmitterler benzeri bir yol kullandığını bildirmiştir. 

(Armour, J.A. and J.L. Ardell, Basic and clinical neurocardiology. 2004: Oxford University Press)

Yine Mukesh Kumar (2020) yaptığı klinil çalışmaların sonucunu rapor etmiş ve beyin kalp etkileşiminin insan bilincini yönlendirdiğini söylemiştir. 

(Kumar, M., Singh, D., & Deepak, K. K. (2020). Identifying heart-brain interactions during internally and externally operative attention using conditional entropy. Biomedical Signal Processing and Control, 57, 101826)

Aşağıdaki şekil McCarty 2015’ten alınmıştır ve beyin ile kalp arasındaki etkileşim yollarını göstermek için çizilmiştir.

Peki ya yapay kalp varsa? Buraya kadar anlaşıldı ki kalbin beyni yönlendirme kapasitesi var ve muhtemelen beyin yanlış düşünebildiği halde kalp onun yanlış düşünmesini engelleyecek mekanizmalarla sinyaller gönderiyor. Tabi bu demek değildir ki kalpten sinyaller gelmezse beyin düşünemez. Zaten Kuran’da bazı insanların kalplerinin mühürlenmiş olduğu belirtilir ki bu kalplerden beyne doğru düşünme sinyallerinin artık gitmediğini anlıyoruz. Yani kalp düşünceyi doğruya yönlendirir fakat düşünce için olmazsa olmaz değildir. Kalbinden gelen sinyaller olmadan düşünenler kalbin rehberliğinden yoksun kalırlar. Kalpleri açık olanların sadece Müslümanlar olduğunu söylemek de doğru olmaz, kalpleri kötülükle dolu olmayan, kalbinde sevgi ve şefkate de önemli yer olan isterse Budist veya Şamanist olsun herkes kalbinin yol göstericiliğinden faydalanır. Bu açıdan gerçek kalp çıkarılıp yapay kalp takılmış biri düşünebilir fakat kalbin yol göstericiliğinden, rehberliğinden yararlanamayabilir. Fakat günümüzdeki yapay kalpler gerçek kalbe yardımcıdır. Gerçek kalbin olmama durumu yoktur.

13. Mirasta adaletsiz. (Nisa: 11-12)

13. Cevap:
İslam hukukuna göre kadın, ekonomik olarak kendi geçimini sağlamakla yükümlü değildir. Kadının ekonomik sorumluluğu evlenmeden önce babasına veya erkek kardeşlerine, evlendikten sonra ise kocasına aittir. Kadın evlendiğinde kendisinin veya diğer aile fertlerinin geçiminden sorumlu değildir. Erkek ise hem kendisinin, hem eşinin, hem de çocuklarının geçimini sağlamakla yükümlüdür. (Bakara 233) Evlenirken kadın mehir alır, erkek mehir verir. Kadının ise böyle bir sorumluluğu yoktur (Nisa 24-25) Eğer erkek ayrılırsa bu mehirden çöp dahi alamıyor. (Nisa 20)
"Emzirme süresini tamamlamak isteyenler için; annelerin çocuklarını emzirme süresi tam iki yıldır. Onların yiyeceklerini ve giyeceklerini meşru bir şekilde temin etmek babaya aittir. Hiç kimse, gücünün yeteceğinden daha fazlasıyla sorumlu değildir. Hiçbir anne, çocuğu nedeniyle sıkıntıya sokulmasın; hiçbir baba, çocuğu nedeniyle sıkıntıya sokulmasın. Ve mirasçı da aynı şekilde sorumludur. Eğer anne ve baba anlaşarak kendi rızaları ile çocuklarını sütten kesmek isterlerse, ikisi için de bir sakınca yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz, meşru bir ücret ödediğiniz takdirde emzirtmenizde bir sakınca yoktur. Allah'a karşı takvalı olun. Ve bilin ki Allah, yaptığınız her şeyi görür." (Bakara 233)
Şunu da hatırlatalım, eşitlik ile adalet aynı şeyler değildir.

14. Şahitlikte kadın ve erkeği bir tutmuyor. (Bakara: 228-282)

14. Cevap:
Zina şahitliğinde, kadın 4 defa yemin ederse ona inanılır. (Nur 6-9) 
Kadın - erkek ayrımı yapılmadan iki şahit istenir, burada da erkek ve kadın eşit tutulur. (Talak 2) 
Zina şahitliğinde 4 şahit istenir ve cinsiyet ayrımı yapılmaz. (Nisa 15) 
Vasiyet meselesinde 2 şahit istenir ve yine kadın - erkek ayrımı yapılmaz. (Maide 106)
Bakara 228'de şahitlikle ilgili bir ifade yok, ayet boşanma ile ilgili ve ayette geçen 1 derece fark, eşlerin boşanma yetki ve sorumluluklarıyla ilgili farktır. Bakara 282'yi açıklayalım. Bakara 282 ticarete mahsus bir ayet, çünkü “razı olacağınız tanıklar” ile sözleşmenin yazılması isteniyor. Suç işleme gibi adli vakalarda her iki tarafın da razı olacağı tanıklar aranmaz, onun için ayetin ticarete mahsus bir hüküm olduğu açık. Ayetin adli vakalardaki görgü tanıklığı gibi bütün durumlar için uygulanması istenmiyor. İkinci olarak kadınların ticaret yapmasında hiçbir mahsur yokken ve hatta peygamberin eşi Hz. Hatice bir tüccar iken, ticarette şahitlik meselesine gelince öncelikle erkeklerin şahit olması isteniyor. Şahitlik sorumluluğunun altına kadınların öncelikli olarak sokulması istenmiyor. İki erkeğin bulunmadığı durumda ise bir erkeğin ve iki kadının olabileceği belirtiliyor. Diğer konularda şahitlik için bir ayrım yoktur. “Kimse anlamadı tek sen mi anladın?” diyecekler için, bir de hadis ekleyelim. “Ukbe dedi ki: Zenci bir cariye geldi, ben sizin ikinizi de emzirmiştim dedi. Bunu Nebi (s.a.v)’e anlattım, benden yüz çevirdi. Önüne geçtim ve tekrar anlattım, dedi ki: “Nasıl olacak? Cariye ikinizi de emzirdiği kanaatinde’’. Sonra kadınla evlenmesini yasakladı.” (Buharî, Şehâdât, 13) Bu hadiste şuna dikkat edin: Kadın tek başına gelip, hadiste bahsedildiği üzere o iki kişinin süt kardeşi olduğunu söylüyor. Halbuki kadın tek başına şahitlik ediyor. Buna rağmen peygamber “İki kadın gerekir başka şahit getirsin.” demeden, onun şahitliğini geçerli görüp, evliliği yasaklıyor. Sadece buradan bile, peygamberin tek başına bir kadının şahitliğini saydığı açıkça bellidir. Peki ticarette iki kadının şahitliği bir erkeğinkine eşittir şeklinde bir hüküm kötü bir şey mi? Yani kadınlar için bunu pozitif bir ayrımcılık olarak mı saymamız gerekiyor, yoksa negatif bir ayrımcılık mı? Cevabı açık değil mi? Evet şahitlik belalı bir durumdur, kaçınılan bir durumdur, hatta onun için ayette diyor ki tanıklar çağrıldıkları zaman kaçmasınlar. Çünkü eğer sözleşme de problem çıkmışsa iş husumete bozulmuşsa oklar şahitlerin üzerine çevrilir çoğu zaman. Bu yüzden erkekler için de bir sorundur ve kimseyi rahatsız etmemek için şahitlikten kaçmak isteyebilirler, ayet bu yüzden diyor ki çağrıldığınız zaman kaçmayın. İşte Kuran, böyle istenmeyen bir durumdan kadını muaf tutmak ve erkeklerin halledebilecekleri bir iş haline dönüştürmek istiyor. Günümüzde kullanılan pozitif ayrımcılık benzeri bir ayrımcılıktır. Günümüzde kadınların askere alınmayıp bu görevin erkeklere yüklenmesi gibi kadınlara karşı korumacı tavırlı pozitif bir ayrımcılık.

15. Sadece Arap kavmi için yazılmıştır. (Fussilet: 44), (Yusuf: 2), (Şuara: 198-199), (Enam: 92)

15. Cevap:
Hiçbir ayette "Sadece Arap kavmine yazdık, başka kimseye hitap etmiyor." denmez. Aksine Kalem 52'de "O alemler için bir zikirdir." der. Delil alınan ayetlere bakalım:
“Onu yabancı bir Kuran yapsaydık, mutlaka "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi?" derlerdi.” (Fussilet 44)
Buradan Arap kavmine mahsus olduğu sonucu çıkmıyor, inkar eden kişilerin ne olursa olsun yine inkar edeceklerini ve bahane üretecek oldukları vurgulanıyor. Ayrıca “açıklanmalı değil miydi?” sözüne dikkat edelim. Kur'an, bize kendi dilimizde açıklanıyor.
"Elbette biz onu anlayasınız diye Arapça bir Kur'an olarak indirdik." (Yusuf 2)
Varsayalım ki böyle bir ayet yok, bir Müslüman “Kur'an'da Arapça indirdik şeklinde bir ayet yok, demek ki evrensel” dese ne kadar mantıklı olur? Elbette ki mantıksız olurdu. Aynı şekilde “Kur'an'da Arapça indirdik yazıyor, o halde sadece Araplara hitap ediyor” demek de mantıksız olur. Çünkü Kur'an'ın verdiği hükümler evrenseldir. İlk muhatabı Arap olduğu için doğal olarak “Arapça indirdik” demesi gerekir. Bugün yazılan pek çok bilimsel kaynak, İngilizce yazılıyor. Bu kaynakların İngilizce oluşu, onların İngilizce bilmeyen kişilere hitap etmediğini göstermez, çünkü verilen bilgiler evrenseldir.
"Eğer onu yabancılardan birine indirmiş olsaydık, o da onlara okumuş olsaydı, inanacak değillerdi." (Şuara 198-199)
Şuara 195. âyette, Kur’an’ın tam olarak anlaşılabilmesi için “açık bir Arapça” ile indirilmiş olduğu ifade edilmişti. Ancak Hz. Peygamber Arap, getirdiği mesaj da Arapça olunca müşrikler bunu kendisinin uydurduğunu iddia ettiler (Hud 13) Oysa Allah mesajını Arap olmayan birine Arapça olarak indirse ve onun okumasını sağlasaydı –uydurdu diyemezlerdi ama– yine de iman etmezlerdi. (Şevkânî, IV, 114) veya Kur’an’ı bir yabancının diliyle vahyetmiş olsaydı inkârcılar bu sefer de mesajı anlayamadıklarını ileri sürerek yine inanmayacaklardı (Fussilet 44) Yani ayetin kastettiği olay bu, Arap kavmine mahsus oluşu ile alakası yok.

“Bu, şehirlerin anası ve çevresindekileri uyarman için sana indirdiğimiz ve kendisinden öncekileri doğrulayan kutlu bir Kitap’tır. Ahirete iman edenler, buna da iman ederler. Ve onlar salatlarını korurlar.” (Enam 92)
Bu ayetlerde şehirlerin anası ve çevresini uyarmasından bahsetmesi Mekke ve çevresinden tebliğin başladığını gösterir. Diğer insanlara İslam’ın gönderilmediği anlamı çıkarılamaz. Kuran’da dikkati bir noktaya toplayan ama genel kuralı iptal etmeyen ayetler vardır. Mesela Neml 91'de Mekke'nin Rabbi denir. Burada Mekke'nin özel bir şehir olduğu bildiriliyor. Şimdi sadece bu ayeti cımbızlar alırsanız Allah sanki sadece Mekke'nin Rabbiymiş algısı uyandırabilirsiniz. Oysa ki, Fatiha 1 alemlerin Rabbi diyor. Daha birçok ayette alemlerin Rabbi olduğu geçer. Görüldüğü gibi Allah bir ayette kendini Mekke’nin Rabbi olarak tarif ederken, sadece Mekke’nin Rabbi olduğundan dolayı değil, orada mutlak Rab’liği içinde Mekke’nin Rabbi olduğunu özel olarak vurgulayarak ilk muhatapların dikkatini çekiyor. Aynı durum Hz. Muhammed’in peygamberliğinde de görülüyor. Enam 92'de “Şehirlerin anası ve çevresindekileri uyar” emrinin yanında başka ayetlerde Hz. Muhammed’in tüm insanlığa gönderildiği ifade ediliyor. (Sebe 28, Tekvir 27, Enbiya 107, Araf 158)

16. Peygamberin seks sırası anlatılıyor. (Ahzab: 51)

16. Cevap:
Hayır, Ahzab 51 önceki ayete atıf olarak dilediğini nikahına alırsın dilediğini nikahına almaktan vazgeçersin manasındadır. (İbn Abbas, Kurtubi) Bir insanın boşanmak veya hanımını yanında tutmak zaten doğal hakkı iken, Allah bunu peygambere neden izin veriyor diye düşünün bakalım. Çünkü Peygamber kafasına göre davranamaz, O, İslam’ı temsil eden kişi olduğu için her işinin Allah tarafından belirlendiğini bizlere göstermek için gelmiştir bu ayetler.

17. Birçok ayet birbirini yalanlıyor. İlk müslümanın Muhammed, Musa ve İbrahim olduğuna dair ayrı ayrı ayetler var. Hangisi belli değil. (A’raf: 143), (En’am: 163), (Ali İmran: 67)

17. Cevap:
İnsan metaforla daha iyi anlıyor. Aşağıda bir hikaye görüyorsunuz.

"Günlerdir kovalanmaktan ve saklanmaktan bunalmıştık. Bahçe kapısından içeri girerken arkadan uzanan bir el bileğimi kavradı. İrkildim ve dönüp kim olduğuna baktım. Karşımda yine o polis vardı ama bu kez sivil kıyafetliydi. 

“Selim” dedi, “Ben sizin suçsuz olduğunuzu düşünüyorum. Ama bu iş kaçmakla olmaz. Eğer mahkemeye çıkarsanız ben de size destek çıkarım. Aklanır ve bundan böyle korkuyla yaşamazsınız. Gelip teslim olmanız kaçmanızdan daha iyidir. Bak, sen diğerlerinden daha akıllı ve daha düşüncelisin. Üstelik sana güveniyorlar ve fikirlerine çok değer veriyorlar. Eğer ilk olarak sen teslim olursan diğer arkadaşlarının da teslim olması kolaylaşır. Yoksa bu kaçışınızın sonu yok. Şimdi seni görmezden geleceğim ama git arkadaşlarınla konuş. Yarın sabah gelip teslim olun. En kötü ihtimalle teslim olmanız iyi halinizi göstererek hafifletici sebep olarak yargıçı etkileyecektir. Söylediklerimi iyi düşün. Gel devletin adaletine güven ve önce sen teslimiyeti kabul et.” 

Beni oracıkta tutuklayacağını zannettiğim Komiser Mahmut yanımdan uzaklaşıp giderken öylece kalakalmıştım. Hem onun bu babacan tavrına olan şaşkınlığımı atamıyor hem de söylediklerini derin derin düşünüyor, idrak etmeye çalışıyordum. Sözlerinde o kadar haklıydı ki o an orada ikna aşamasına gelmiştim. Her ne kadar suçsuz olsak da teslim olarak kendimizi aklamak kesinlikle daha akıllıcaydı. Nihayet “haklı” dedim içimden ve teslim olmaya karar verdim. Ama arkadaşlarıma bu durumu nasıl açıklayabileceğimi tasarlamakta zorlanıyordum. Bana karşı çıkma ihtimallerini düşündükçe omzumdaki yük daha da ağırlaşıyordu. Ağır adımlarla kapıya vardım ve araladım. Arkadaşlarım içeride her şeyden habersiz beni beklerken halen tartışıyor, şehir dışına kaçma planları kuruyorlardı. Beni görünce sanırım yüz ifademden olsa gerek bir şeyler olduğunu anladılar. Her biri merakla ne olduğunu sormaya başladı. Yavaşça divanın kenarına ilişip oturdum ve elimin ayasını “tamam anlatacağım” der gibi kaldırdım. 

Başıma geleni olduğu gibi ve kararımı gerekçeleriyle anlattım. Ardından, arkadaşlar düşündüm ve en mantıklı olanın teslim olmak olduğuna karar verdim, dedim. Artık siz ne kadar itiraz ederseniz edin, ben bu kararımdan dönmeyeceğim ve ilk teslim olan ben olacağım."

Ayetler elbette ki doğru ve hemen hemen böyle söyleniyor. Ama sorun kitabın anlatışında değil, insanların anlayışında ve dillerinin yıkılmış olmasının farkına varamamalarında. Bu durum Allah’ın göklerinde çatlaklık bulamayanların, kitabında çatlaklık olduğunu iddia etmelerine fırsat tanıyor. Oysa “ilk müslüman” gelen son mesaja “ilk teslim olan”dır. Çünkü müslüman “teslim olan” demektir. Şu yazıyı yazmakta olduğum yazım programı bile paragraf içinde yazarken baş harfini küçük harfle yazdığım “Müslüman” kelimesinin ilk harfini ısrarla büyük harfe çeviriyor ve ben dönüp dönüp tekrar “M” harfini “m”ye dönüştürüyorum. Ama yazıyı din harici başka bir konuda yazsaydım müslüman ve benzeri kelimeler yerine “teslim, teslimiyet, teslim olan” gibi kelimeler yazacaktım ve meramını anlatmak isteyen bir yazar olarak bu sorunu yaşamayacaktım. Yukarıda, yazı girişindeki gibi polisiye bir öykü yazıyor olduğumda ve konu içerisinde defalarca “teslim olmak” geçiyor olduğu halde, hiçbiri için yazım uygulaması neden beni ilgili kelimelerin baş harfini büyük harfle yazmaya zorlamadı!

Şimdi aşağıda çelişkili olduğu iddia edilen ayetlerde herhangi bir çelişki var mıymış, yok muymuş, hep beraber bakalım. Ali İmran 67’de Hz. İbrahim elbette müslüman (teslim olan) olarak niteleniyor. Kendine gelen mesaja ilk teslim olandı. Bundan daha doğal ne ola ki…

"İbrahim, ne Yahudiydi, ne de Hristiyandı: ancak, O hanif bir müslümandı, müşriklerden de değildi." (Ali İmran 67)
Enam suresinde Allah peygamberine Hz. İbrahim'in dininden olduğunu hatırlatıyor. (Enam 161) ve Enam suresinin ilk ayetlerinde daha önceki elçilerin başına da bu mesajların ardından benzerlerinin geldiğini hatırlattıktan sonra Enam 163'te "Bu gerçeklere ilk senin teslim olduğunu arkadaşlarına, çevrene, insanlara söyle" diyor. 
"De ki: "Rabbim gerçekten beni doğru yola iletti, dimdik duran bir dine, İbrahim'in Hanif dinine... O, müşriklerden değildi." De ki: "Şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, dirimim ve ölümüm alemlerin Rabbi olan Allah'ındır. "O'nun hiç bir ortağı yoktur. Ben böyle emrolundum ve ben teslim olanların ilkiyim." (Enam 161-163)
Musa da baygınlık geçirtecek kadar ikna edici bir gece sahnesinin ardından Allah’a ve O’nun mesajına ilk olarak kendisinin iman edeceğini söylüyor. Aldığı mesaja emin olarak ilk teslim olan Musa oluyor.
"Mûsâ, bizimle sözleştiği yere gelip Rabbi de kendisine konuşunca, şöyle dedi: “Rabbim! Bana kendini göster, seni göreyim!” Allah, “Beni asla göremezsin; ama şu dağa bak! Eğer o yerinde durabilirse, sen de beni göreceksin” dedi. Rabbinin kudreti dağa tecelli edince, onu paramparça etti, Mûsâ baygın vaziyette yere yığıldı. Kendine gelince şöyle yakardı: “Seni noksan sıfatlardan uzak tutarım, tövbe edip sana yöneldim. Ben iman edenlerin ilkiyim.” (Araf 143)
Kelimeleri kutsallaştırmayıp, manalar güzelce düşünüldüğünde ben bir çatlak göremedim. Siz gördünüz mü? Ama elbette Kuran, hidayete erenleri ulaştırdığı aynı ayetlerle “sapmak isteyenleri” saptırır. Kuran’da çelişki görmek isteyen ancak kendi çelişkileri içerisinde kıvranıp durur da farkına bile varmaz.

18. El, ayak kesme, sopayla dövme gibi akıl almaz ceza yöntemleri öneriyor. (Maide: 33-38)

18. Cevap:
"Allah ve Resulü'yle savaşanların ve yeryüzünde bozgunculuk yapmaya çalışanların cezası öldürülmeleri veya asılmaları veya ellerinin ve ayaklarının çapraz kesilmesi veya yerlerinden sürgün edilmeleridir. İşte bu durum, onlar için dünyada bir rezilliktir. Ahirette ise onlar için büyük bir azap vardır." (Maide 33)
Ayet savaşanlar bozgunculuk çıkaranlar için birkaç ceza yöntemi öneriyor. Ya öldürülmeleri, ya asılmaları, ya ellerinin ve ayakların çaprazlama kesilmesi, veya sürgün edilmeleri. Maide 33 terör suçunun cezası olarak birkaç ceza yöntemi önerir. Bu cezalar ise suçun seviyesine göre uygulanır. Nahl 126'da ceza verirken suçun misliyle verilmesi emredilir. Terör suçunu işleyen biri, masum halka nasıl bir saldırı yaptıysa, aynı şekilde ceza kendisine uygulanır. Yapılan saldırı “akıl almaz” olunca, verilen cezanın da “akıl almaz” oluşu gayet normal ve eleştiriye kapalıdır. Peki, bu ayette geçen bozgunculuk yani fesat nedir? Cevap: Fesat barışın tam zıttıdır (Bakara 11, 30, 205, Araf 56, Şuara 152) Buradan da anlaşılacağı üzere fesat: "Yeryüzünde bozgunculuk, haksız yere cana kıyma, masum insanlarla savaşmak." Yani terör suçudur.
"Ancak onlar üzerinde bir karara varmanızdan önce tevbe edenler hariç. İyi bilin ki Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir." (Maide 34)
Sonuç olarak Maide 33 terör suçunun bir cezasıdır. 1400 yıldır kimse anlamadı sen mi anladın diyecekler için: Ayetin iniş sebebi hakkında görüşler:
İniş sebebi: Enes b. Malik, Said b. Cübeyr, Cerir b. Abdullah, Urve b. Zübeyr ve Süddi´den nakledilen diğer bir görüşe göre bu âyet-i kerime, Ukl veya Ureyne kabilelerinden, önce müslüman olup sonra dinden dönen, Allah´a ve Resulüne karşı savaş açarak Resulullah´ın çobanını öldürdükten sonra ganimet mallarını sürüp götüren bir kavim hakkında nazil olmuştur.
Kaynak: Ebu Cafer Muhammed b. Cerir et-Taberi, Taberi Tefsiri, Hisar Yayınevi: 3/272-280
"Hırsızlık yapan erkeğin ve kadının, her ikisinin de ellerini, Allah'tan caydırıcı bir ceza olarak kesin. Allah, Mutlak Üstün Olan'dır, En İyi Hüküm Veren'dir." (Maide 38)
Hırsızlık en önemli toplumsal sorunlardan biridir. Hırsızlığın mala ve cana verdiği zararlar hakkında Dünya çapında bir istatistik oluşturabilsek durumun aciliyeti ve sözde insancıl saydığımız kanunların hırsızlığı önlemekte hiç de etkili olmadığı ve insanoğlunun bu işe acil bir çözüm bulup güvenliğe kavuşması gerektiği daha iyi anlaşılacaktır. Oysa ki hırsıza verdiğimiz hapis vb. cezalar hırsızlık için hiç de caydırıcı değildir. Kuran’ın emrettiği el kesme cezasının işe yarayıp yaramadığına bakmak gerekiyor. Bugün Suudi Arabistan, Nijerya’nın bazı bölgeleri ve İran’ın bazı bölgelerinde el kesme cezası tatbik ediliyor ve bu bölgelerde oturan halk ile görüştüğünüz zaman mallarının çalınma korkusu olmadan çok rahat ve güven içinde yaşadıklarını onlardan dinleyebilirsiniz. Bir hırsız olduğunuzu farz edin, ülkenizde de ceza olarak el kesme var, hırsızlık yapmaya cesaret edebilir misiniz?
Quora'da bir kullanıcı şöyle diyor: “Ceza, her türlü hırsızlığa uygulanmaz. Çalınan malların bir limiti vardır. Suudi Arabistan’ı biliyorum. Tüm paranızla ve mücevherlerinizle Suudi Arabistan sokaklarında yürüyebilirsiniz ve kimse sizi soymaya cesaret edemez. Ama aynı şey ABD’de olamaz. Bu yasa yüzünden.”

19. Kelle kesmeyi emrediyor. (Muhammed: 4)

19. Cevap:
“(Savaşta) İnkar edenlerle karşılaştığınız zaman boyunlarını vurun. Nihayet onları iyice vurup sindirince bağı sıkıca bağlayın (onları esir alın). Ondan sonra artık ya lütfeder bırakır veya karşılığında fidye alırsınız. Harb, ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız)…” (Muhammed 4)
Bu ayet Bedir Savaşı'nda indirildi. Bir harp durumuyla alakalı. Allah iki ordunun karşılaşmadığı durumlarda gidin inanmayanları veya düşmanlarınızı öldürün demiyor. Bir düşünün, bugün Amerika ve Vietnam arasında savaş olsa ve Amerikan başkanı savaş alanında askerlerinin moralini artırmak için "Vietnamlıları bulduğunuz yerde öldürün" dese, bu cümlenin anlamı bağlam içindedir. Ama ben bu cümleyi alıp bağlamından kopartıp alıntı yaparak "Amerikan başkanı Vietnamlıları bulduğunuz yerde öldürün dedi" dersem, Amerikan başkanını kasap gibi göstermiş olurum çünkü tek başına alıntı yapınca bağlam dışındadır. Öldürün dedikleri zaten Müslümanları öldürmeye gelen askerler ve bu savaşı Müslümanlar istememiş, onlar Müslümanlara saldırmışlar. Empati yapın, milletimiz bir savaşa girince düşmanı denize dökmelerinden hala gururlanmıyor muyuz? Savaşta öldürmeyi bizim için kahramanlık, Hz. Muhammed için vahşet olarak görüyorsanız burada kendinizle çelişiyorsunuz ve algılarınızı çok iyi yönetmişler demektir. Zaten o ayette “Harp, ağırlıklarını bırakıncaya (savaş sona erinceye) kadar (böyle yaparsınız).” diyerek bu durumun savaşla sınırlı olduğu belirtmemiş mi? Ayetin devamında bundan sonra esirleri salın dememiş mi?

20. Nerede bulursanız öldürün diyor. (Bakara: 191)

20. Cevap:
Bakara 191'i bağlamıyla okuyalım.
"Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez. Onları, bulduğunuz yerde öldürün ve sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne, öldürmekten beterdir. Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın. Kafirlerin cezası işte böyledir. Onlar, (savaşa) son verirlerse (siz de son verin); şüphesiz Allah, bağışlayandır, esirgeyendir." (Bakara 190-192)
Bağlamıyla okumak yetmiştir herhalde. Sizinle savaşanlara karşı savaşın diyor. Aşırı gitmeyin diyor. Sizinle savaşıncaya kadar siz de onlarla savaşmayın, sizinle savaşırlarsa siz de savaşın deniyor. Son verirlerse Allah bağışlayıcıdır diyor.

21. Sadece Muhammed'e özel kadınlar listesi var. Müminlere 4 kadın, Muhammed'e sınır yok. (Ahzab: 50)

21. Cevap:
Hayır, tam tersi bu ayette sınırın sınırı var.
"Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verip de elinin sahip olduğu kadınları, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını, kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar da peygamber de onunla evlenmek isterse böyle bir mü'min kadını sana helâl kıldık. Müminlere eşleri ve sahip oldukları kadınları hakkında hangi kuralları geçerli kıldığımızı biliyoruz. Sana mahsus olanı güçlük çekmeyesin diye meşrû kıldık. Allah çok bağışlayıcı, pek esirgeyicidir." (Ahzab 50)
Bu ayette Hz. Muhammed'in evlenebileceği kişiler kısıtlanıyor. Normal bir Müslüman Ehl-i Kitap'tan bir kadın ile evlenebilirken (Maide 5) bu ayet peygamberimize sadece “mü'min” kadınlarla evlenmeye izin veriyor. Sonrasında deniliyor ki “senle hicret eden kadın” yani peygamber ile hicret etmeyen kadın evlenemez ve son kısıtlama gelerek peygamberin kuzenleri sayılıyor. Basitçe peygamber sadece kendi ile hicret eden mü'min kuzenleri ile evlenebiliyordu. Ahzab 52'de şöyle denir: "Bundan sonra (başka) kadınlar ve bunları başka eşlerle değiştirmek -güzellikleri senin hoşuna gitse bile- sana helal olmaz; ancak sağ elinin malik olduğu başka. Allah her şeyi gözetleyip denetleyendir."

Ahzab suresi 50. ayetin iniş sebebi, Ümmü Hani'den şöyle nakledilmiştir: "Rasûlullah (s.a.v.), bana evlenme teklif etmişti. Kendisinden özür diledim özrümü kabul etti. Sonra Allah, Ahzab sûresi 50. ayetini indirdi: Ey peygamber! Mehirlerini verdiğin eşlerini, Allah’ın sana ganimet olarak verip de elinin sahip olduğu kadınları, seninle birlikte hicret eden amca kızlarını, hala kızlarını, dayı kızlarını, teyze kızlarını, kendini peygambere mehirsiz olarak bağışlar da peygamber de onunla evlenmek isterse böyle bir mü'min kadını sana helâl kıldık. Müminlere eşleri ve sahip oldukları kadınları hakkında hangi kuralları geçerli kıldığımızı biliyoruz. Sana mahsus olanı güçlük çekmeyesin diye meşrû kıldık. Allah çok bağışlayıcı, pek esirgeyicidir.Artık ona helal olmuyordum, çünkü ben hicret etmemiştim. Ben Mekke fethinde Müslüman olanlardandım." (Tirmizi, 3214) (İngilizce: Jami at Tirmidhi 3214)

Gördüğünüz gibi bu ayet indi ve Hz. Muhammed Ümmü Hani ile evlenemedi. Ümmü Hani peygamberin peygamberlikten önce talip olduğu bir kadın, yani beğendiği bir kadın. Ayetin sonunda peygambere kendini bağışlayan kadınların mehirsiz evlenebileceği yazıyor. Ve gerçekten talipler geliyor ve diyor ki, "mehirsiz evlenmeye razıyım." Fakat peygamber ne yapıyor sizce? “Hadis İmâmları sahih hadis kaynaklarında Sehl ve başkalarından şunu rivâyet etmektedirler: Bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: Ben kendimi sana hibe etmek üzere geldim, dedi. Peygamber sustu, nihayet bir adam kalkıp şöyle dedi: Eğer sen onunla evlenmeyi düşünmüyorsan, onu benimle evlendir. Böylece peygamber onu, o kadın ile evlendirdi.” Peygamber kendisini bağışlayan kadınları sahabelerle evlendiriyordu ve bu kadınlar 1 tane değildi. Çok kadın vardı. Hz. Aişe bu konuda şunu diyor “Ben kendilerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bağışlayan kadınları kıskanır ve şöyle derdim: Bir kadın kendisini bir adama bağışlamaktan utanmaz mı?” (Buhârî, IV, 1797, VC, 1996; Müslim, II, 1085; Nesâî, VI, 54; Müsned, VI, 134, 158, 261)

Peygamber bu ayetten sonra İbn Abbas’ın rivayet ettiğine göre hiçbir kadın ile evlenmedi. Şimdi ateistlere pek çok soru ortaya çıkıyor:
1-Peygamber niye evlenebileceği kadın sayısını kısıtlasın? Diyelim ki 2000 kadın var, kaç tanesi hicret etmiştir? 1000. 1000’den kaç tanesi kuzeni? 20’den fazla değildir.
2-Peygamber niye bu ayetten sonra kimse ile evlenmedi? Hatta kendi kendini kısıtlayarak (!) Ümmü Hani ile evlenemedi. 
3-Neden mehir vermeyeceği halde birçok kadın onla evlenmek istedi? Bunlar peygamberin apaçık risaletine delil değil midir?

22. Kadının cariye olmasına onay veriyor. (Mearic: 30), (Nisa: 24-25), (Muminun: 6), (Nur: 33)

22. Cevap: 
Bu da 1. soruyla alakalı. Orada cevabı vardır. Parantez içinde verdiği ayetlere bakalım:
"Ve evlenme (imkanı) bulamayan kimseler Allah lütfundan kendilerini zengin edinceye kadar iffetlerini korusunlar. Ellerinizin sahip olduklarından sözleşme yapmak isteyen(lerle) sözleşme yapın. Eğer onlar hakkında hayırlı olduğunu bilirseniz, onlara Allah'ın size verdiği malından onlara verin. Eğer namuslu kalmayı istiyorlarsa dünya hayatının geçici menfaatini elde etmek için cariyelerinizi fuhşa zorlamayın. Ve kim onları zorlarsa, şüphesiz Allah zorlanmalarından sonra bağışlayıcı, esirgeyicidir." (Nur 33)
Ayette özgürlük antlaşması isteyenlerle antlaşma yapın ve salın diyor. 1. soruda bunu detaylı açıkladık.

Nisa 24'ü açıklayalım. Ayete "cariyeler hariç evli kadınlar da haram kılındı" şeklinde meal veriliyor, lakin bu yanlıştır. Nisa 24 ayetini kelime kelime aldığımız zaman ayette yazan ifade şu: "kadınlardan muhsena olanlar da size haram kılındı." Şimdi muhsena kelimesi Kuran'da birkaç anlamda kullanılıyor; iffetli, özgür, evli. Bu anlamlara gelmesi zaten kelimenin lugat anlamıyla ilgili bir şey. Biz muhsena kelimesinin hangi anlamda olduğunu Kuran'ın kendisinden anlayacağız. Hemen bir sonraki ayette yani Nisa 25'te, yine muhsena kelimesi kullanılıyor Ayet şu: "Sizden kimin, inançlı muhsena kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse gücünüzün sahip oldukları (kölelerden) evlensin..." Bu anlam bize muhsena kelimesinin özgür anlamında kullanıldığını açıklıyor. Yani Nisa 24'ü şöyle anlamalıyız: "Özgür kadınlar da size haram kılındı. Ancak gücünüzün sahip oldukları (evlilik hakkına sahip olduklarınız) hariç." gücünüzün sahip oldukları yani "mameleketeymenukum" kelimesinin anlamı: "evlilik hakkına sahip olduklarınız" ya da "evlilik yoluyla sahip olduğunuz" Yani toparlayacak olursak şöyle: 22. ayetten itibaren evliliğin haram olduğu işlerden bahsediyor, 24. ayette de diyor ki sizin evlilik hakkına sahip olduklarınız dışında bütün özgür kadınlar size haram kılınmıştır. Mesela müşrik kadınlar da özgürdür ama Kuran açıkça müşriklerle evlenmeyi yasaklamıştır. Yani ayetin anlamı bu. Peki şimdi diyeceksiniz ki ilk sen mi bu anlamda kullanıldığını düşünüyorsun, hayır. Fahreddin Razi bu ayetin bu anlamda olduğunu söylüyor. Daha da önemlisi; ilk tefsir yazarı olan Mukatil bin Süleyman, bu ayeti tefsir ederken aynen şunları söylüyor: (8.yüzyılda yaşamıştır.) "Muhsena kadınlar da" yani tüm kadınlar da (anlamındadır). Sonra "hür kadınlardan gücünüzün sahip oldukları" (denilerek) istisna yapılmıştır." Müminun 6, Mearic 30 ayetlerine dikkat edilirse ayetlerde "ve" değil "veya" bağlacı kullanılmış. Bu şu anlama gelmektedir: ya eşleri ile veya sağ ellerinin sahip oldukları ile birlikte olabilirler. Hem eşi hem de sağ elinin sahip olduğu ile aynı anda değil. Nur 33'e göre cariyeler de dahil olmak üzere tüm kadınları istemedikleri bir şeye zorlamak yasaktır.

23. Ayetlerin bazılarında anlatım bozuklukları var. Haram davranışları sayarken "anne babaya iyilik edin" gibi pozitif cümleler var. ???

23. Cevap:
Ayeti belirtmemiş fakat bahsettiği Enam 151 olabilir.
"De ki: "Gelin size Rabbinizin neleri haram kıldığını okuyayım: O'na hiç bir şeyi ortak koşmayın, anne babaya iyilik edin, yoksulluk endişesiyle çocuklarınızı öldürmeyin. -Sizin de, onların da rızıklarını biz vermekteyiz- Çirkin kötülüklerin açığına ve gizli olanına yaklaşmayın. Hakka dayalı olma dışında, Allah'ın (öldürülmesini) haram kıldığı kimseyi öldürmeyin. İşte bunlarla size tavsiye (emr) etti; umulur ki akıl erdirirsiniz." (Enam 151)
Enam 151'de anlatım bozukluğu olmadığını anlamak için tefsirlere başvuralım. Fahreddin Razi der ki: “Âyetteki, “Rabbinizin size nelere haram kıldığını ben okuyayım” ifadesi, “Cenâb-ı Hakk’ın, kendisine belli bir yasak bölge çizmek suretiyle tam ve mükemmel bir şekilde açıkladığı şeyleri size okuyayım” manasında olur.” 

Yani haram kelimesi Rabbin emirlerinin yasak bölgesi demektir. Bunların dışına çıkmayın demektir. Böylece “anne babaya iyilik edin” emri de bu emrin dışına çıkılamayacağını gösterir.

Kadı Beydavi diyor ki: “O ayeti kötülük yapmayın yerine koyması, mübalağa içindir ve onlara kötülük yapmamanın yeterli olmaması içindir, ama diğerlerine öyle değildir.”

Yani ayet anne babaya kötülük yapmayın şeklinde gelip yine bir sınır belirlerdi fakat Kuran’a göre kötülük yapmamak yeterli değil, Allah’ın sınırlarına göre hareket etmek demek “anne babaya iyilik etmek” demektir.

Nesefi: “Burada anne ve babaya iyilikte bulunmanın haram ya da yasak maddeler arasında yer almasının nedeni, anne ve babaya iyilikte bulunmayı terk etmenin haramlığına dikkat çekmek içindir.”

Türkçe bir cümle ile örnek verelim. Örneğin çocuklarını bahçeye oynamaları için gönderen bir baba şöyle diyor: “Çocuklar, üç tane kırmızı çizgimiz var, bunları aşmayacaksınız: 
1) Çitlere dokunmayacaksınız 
2) Bitkileri koparmayacaksınız
3) Büyüklerinize saygılı olacaksınız.

Görüldüğü gibi bu ifadede iki negatif cümlenin yanında bir de pozitif cümle gelmiştir ve bunları aşmak yasaktır.

24. Anlayasınız diye Arapça indirdik deniliyor. Arapça evrensel değil. (Yusuf: 2)

24. Cevap:
Bunu 15. soruda yine sormuştu. Cevabı oradadır.

25. "Mekke ve civarı için indirdik" diyen ayet de var evrensel diyen de... Kuran evrensel değil KAVİMSELDİR. (En’am: 92)

25. Cevap:
Bunu 15. soruda yine sormuştu. Cevabı orada. Tekrar tekrar sorup maddeleri çoğaltıyorlar.

26. Peygamberin öz amcası Ebu Leheb'e beddua ve hakaretler var ve bu namaz suresi... (Tebbet: 1-5)

26. Cevap:
Kuran neden Ebu Leheb’e Tebbet yeda (elleri kahrolsun veya kurusun anlamındadır) demiştir sizce? Ayetin iniş sebebi şöyle: Hz. Muhammed İslam’ın henüz başında akrabalarını toplar ve İslam’ı anlatır. Ebu Leheb kibirlenip O’na Tebben leke (kahrolası), bizi bunun için mi çağırdın, der ve ona atmak için bir taş alır. Bunun üzerine bu ayet iner ki görüldüğü gibi Allah aslında Ebu Leheb’e kendi sözleriyle karşılık vermiştir. (Kadı Beydavi) Bu ayette Ebu Leheb'in Cehennem'e gireceği yazıyor. Ebu Leheb bu sure indikten sonra 8 yıl daha yaşadı ve iman etmedi. Eğer yalandan bile iman etseydi İslam yalanlanırdı. Ama o küfür üzere öldü. Bu kitabı Hz. Muhammed uydursa neden böyle bir risk alsın?

27. Peygamberin evinden misafir kovma ayeti var. (Ahzab: 53)

27. Cevap:
"Ey iman edenler! Siz, bir yemeğe çağırılmadıkça, zamanını gözetmeksizin, Peygamber'in evlerine girmeyin. Ancak davet edildiğiniz vakit girin. Yemeği yediğinizde hemen dağılın, sohbete dalmayın. Çünkü bu hareketiniz Peygamber'i üzmekte, fakat o (size bunu söylemekten) utanmaktadır. Ama Allah, hakkı söylemekten çekinmez. Peygamber'in hanımlarından bir şey istediğiniz zaman perde arkasından isteyin. Bu, hem sizin kalpleriniz, hem de onların kalpleri için daha temiz bir davranıştır. Sizin Allah'ın Resulü'nü üzmeniz ve kendisinden sonra onun hanımlarını nikahlamanız asla caiz olamaz. Çünkü bu, Allah katında büyük (bir günah)tır." (Ahzab 53)
Çıkar eleştirisine cevap verelim. Ayette peygamberin evlerine davetsiz girmeyin denmektedir. Bu bilgi, peygamberin işine gelebilecek bir bilgi midir? Evet. Peki bu bilgiye dayanarak, Kuran insan sözüdür sonucuna gidilebilir mi? Hayır. Bunu bir örnekle açıklayalım. Diyelim ki bir ülkede bir seçim oluyor ve biri mavi ve diğeri kırmızı olmak üzere iki tane farklı siyasi parti var. Seçim gününe 1 gün kala anketler kırmızı partinin kesin kazanacağını söylüyor. Ancak son gün bir bombalı saldırı oluyor, ve ülke karışıyor. Ve bu yüzden seçimler 1 hafta erteleniyor. Daha sonra, tekrar seçim yapıldığında seçimi hiç beklenmedik şekilde mavi parti kazanıyor. Kırmızının kazanması beklenirken, mavi parti kazanıyor. Yani patlayan bomba, tamamen mavi partinin işine yarıyor. Peki, sırf mavi partinin işine yaradı diye biz bombanın mavi parti tarafından patlatıldığını öne sürebilir miyiz? Kanıt olmadığı için, elbette böyle bir şey yapamayız. Sonuçta bu olabilir de, olmayabilir de. Aynısı Kuran için de geçerli. Eğer gerçekten de peygamberin işine gelecek veya menfaatini yansıtacak bir ayetler varsa, bu yine de otomatikman o ayetleri insan eseri yapmaz. Ayrıca bir takım ayetler yazarın menfaatini yansıtıyorsa, aynı zamanda menfaati aleyhine olan bütün ayetler de değerlendirilmeli. Ateistler bunu hiç yapmamakta. Eğer bir takım ayetler peygamberin işine geliyorsa, o halde işine gelmeyen ayetleri nasıl yorumlayacağız? Kuran'da sadece peygamberin işine gelebilecek ayetler mi var? Hiç peygamberin işine gelmeyecek ayetler yok mu? Hiç bugüne kadar, bir ateistin peygamberin işine gelen mi daha çok, yoksa işine gelmeyen ayet mi daha çok diye kıyaslayıp bir değerlendirme yaptığını gördünüz mü? Madem ki ateistler çok objektif olduklarını iddia ediyorlar, o halde bunu neden yapmıyorlar? Yoksa peygamberin işine gelmeyen ayet sayısının daha fazla çıkmasından mı korkuyorlar? Korkuyorlarsa, korkmakta tamamen haklılar. Çünkü Kuran'da peygamberin işine gelmeyecek ayet sayısı, işine gelecek ayet sayısından açık ara daha fazladır. Bu, ateistlerin görmezden geldiği bir gerçektir. Birazdan peygamberin işine gelmeyecek ayetlerden örnekler vereceğiz. Şimdi, Ahzab 53 iddiasına devam edelim. Bomba örneğini hatırlayalım. Aynısı burada da söz konusudur. Evet, Allah'ın böyle bir ayet göndermesi peygamberin yararınadır. Fakat bu yarardan mantıksal olarak, demek ki bunu peygamber kendi uydurdu sonucu çıkmıyor. Bakınız, bu sonucun çıkmaması bizim şahsi fikrimiz değildir. Bu tamamen mantık yasalarına dayanıyor ve bu yasaları Dünya'nın önde gelen üniversiteleri de benimsiyor. Bu ayet için iki tane olası açıklama düşünebiliriz:
1) Peygamber bu ayeti rahatsızlığından dolayı menfaat için uydurdu.
2) Allah X sebepten dolayı peygamberin rahatstız edilmesini istemedi.
Ateistler sanki başka bir seçenek olmayacakmış gibi hemen 1. seçeneği alıyorlar. 1. seçeneği almak için ortada hiçbir kanıt yok. Bu olabilir de, olmayabilir de. Böyle bir olayda, sonuca gitmek mantık hatasıdır. Ateistler burada tamamen subjektif davranıyorlar. İşlerine geleni kafalarına göre doğru varsayıyorlar. Ateistlerin yaptığı aslında şuna benziyor: Bildiğiniz gibi futbolda zaman zaman şike diye bir olay gerçekleşiyor. Şike, bir spor müsabakasında bir çıkar karşılığında maçın sonucunu değiştirmek için bir anlaşmanın yapılmasıdır. Örneğin bir hakemin para karşılığında hatalı bir karar alması gibi. Ateistlerin yaptığı aslında şu: Bir maçta bir hakem hatalı karar aldığı için hemen, ortada bir şike var iddiasında bulunmak. İyi de, bunun başka bir açıklaması olamaz mı örneğin bir hakem yanlış gördüğü için hatalı bir karar almış olamaz mı? Sonuçta herkes, hata yapar. Zaten şike soruşturmalarında bunun farkında olunduğu için, hakemlerin hatalı kararları hiçbir zaman bir kanıt değeri olarak kabul edilmemektedir. Daima başka şeylere de bakılır, örneğin para transferi, kamera kayıtları ve ses kayıtları gibi şeyler. Peki, ateistler neden önce başka olasılıkları düşünmeyip hemen bir yargıya varıyorlar? Peygamber ayetleri menfaat için uydurdu gibi bir iddiaya yalnızca başka makul bir seçenek olmayacağı durumunda gidilir. Peki Allah'ın peygamberin rahatsız edilmesini istememesi için makul bir sebep düşünülemez mi? Çok basit bir sebep düşünebiliriz. Peygamberin görevini iyi yapabilmesi, gelin şimdi bunu izah edelim. Bildiğiniz gibi Hz. Muhammed İslam inancına göre son peygamberdir. Yani Kuran'ın mesajı kıyamete kadar geçerlidir. Saf suresinin 8. ayetinde "Allah nurunu tamamlayacaktır." diye bir ifade geçer. Bir ayet öncesinde, nurdan kastedilen şeyin İslam olduğu anlaşılmakta. Yani Allah İslam'ı tamamlayacağını söyler. Allah bunu da bir mucize ile filan gerçekleştireceğini söylemiyor. Yani bu bildiğimiz doğal yolla gerçekleşecektir. Allah'ın bütün insanlığa bir mesaj ulaştırmak gibi bir gayesi varsa mesajın ulaşmasına engel olabilecek her ihtimali de ortadan kaldırmak isteyecektir. Peygamber birçok insan tarafından sevilen bir insandı. Bugün bir ünlüyü insanlar nasıl rahat bırakmıyorsa, benzer durum doğal olarak peygamber için de söz konusuydu. Peygamber etten kemikten bir insan olduğu için, onun da duyguları vardı. Bugün biz misafire nasıl, "kalk artık" diyemiyorsak, peygamber de, diyemiyordu. Eğer Allah müdahale etmeyecek olsa, bu doğal olarak peygamberin İslam'ı yayma görevini de olumsuz etkileyecektir. Peygamberin görevi, sadece Allah'tan aldığı vahyi, bir postacı gibi insanlara aktarmak değildi. Peygamber görevini iyi yapabilmek için aynı zamanda aldığı vahiy üzerine derin derin düşünüyordu. Furkan suresinin 32. ayetinde bundan bahsedilir. O ayet şöyle der: "Biz onu, senin kalbine iyice yerleştirmek için böyle parça parça indirdik ve onu tane tane ayırarak okuduk." Bu yüzden peygamberin sürekli rahatsız edilmemesi için Allah'ın bu konuda ayet göndermesi tamamen yerindedir. Böyle mümkün bir seçenek olduğu için, mantıksal açıdan bu ayetten "Demek ki Muhammed bu ayetleri rahatsız edilmemek için uydurdu" gibi bir sonuç çıkmıyor. Bu ateistlerin hoşuna gitsin veya gitmesin, bu 2+2'nin 4 etmesi gibi mantık kurallarından çıkan bir sonuçtur. Peki Allah ayet göndermeden peygamberin rahatsız edilmemesini sağlayamaz mıydı? Bunu elbette sağlayabilirdi. Örneğin peygamberi seven kişilerin beyinlerine etkileşimde bulunup, onların akıllarına peygamberi ziyaret etmeyi hiç getirmeyebilirdi. Ancak böyle yapsaydı, başka bir sorun oluşurdu. O da özgür irade sorunudur. Eğer Allah mutlak adaletliyse insanların özgür iradelerine müdahale etmez. Bu durumda Allah'ın onun ayetlerini ciddiye alanlar için ayet göndermesi tamamen mantıki bir durumdur. Aslında onların seçimlerine müdahale etseydi, bir sorun olurdu. Yahu ateistler şunu neden düşünmüyor: Eğer bu dini uyduran peygamberse, isteseydi misafir gelmesini tamamen yasaklayabilirdi de. Ayette sadece habersiz gitmeyin diyor. Peygamber madem ateistlerin iddia ettiği gibi rahatsız edilmek istemediği için uydurdu bu ayeti, o halde aynı peygamber misafirin yasaklanmasını düşünemedi mi? Madem bu ayet menfaati yansıtıyor, o zaman gelin bir de, peygamberin menfaati aleyhinde olan bazı ayetlere bakalım. Kuran'da Hz. Muhammed en az zikredilen peygamberlerden birisidir. Mesela Musa ismi 136 defa geçer. İbrahim ismi 69 defa, Nuh ismi 43 defa, İsa ismi 25 defa, ve Adem ismi 25 defa geçer. Halbuki Muhammed ismi yalnızca, 4 defa geçer. Bu adam kendi isminden neden en çok bahsetmiyor? Bakara suresinin 285. ayetinde mü'minlere Allah'ın peygamberleri arasında ayrım yapmayın diye emrediliyor. Menfaat doğrultusunda kendisine bir ayrıcalık tanıyamaz mıydı? Kuran'da peygamberlerden sadece bir insan olduğunun dile getirilmesi isteniyor. Kehf suresinin 110. ayetinde şöyle geçer: "De ki: "Ben de yalnızca sizin gibi bir insanım." Peygamber menfaat için uydurduysa, tıpkı normal insanlar gibi olduğunu neden ön plana çıkarmak istesin ki? Abese suresinin 1. ayetinden 10. ayetine kadar yer alan kısımda peygamber eleştiriliyor. 
"Surat astı ve yüz çevirdi; Kendisine o kör geldi diye. Nereden biliyorsun; belki o, temizlenip arınacak? Veya öğüt alacak; böylelikle bu öğüt kendisine yarar sağlayacak. Fakat kendini müstağni gören (hiçbir şeye ihtiyacı olmadığını sanan) ise, İşte sen, onda yankı uyandırmaya çalışıyorsun. Oysa, onun temizlenip arınmasından sana ne? Ama koşarak sana gelen ise, Ki o, içi titreyerek korkar bir durumdadır; Sen ona aldırış etmeden oyalanıyorsun." (Abese 1-10)
Evet yanlış duymadınız. Peygamber, hatasından dolayı bildiğiniz eleştiriliyor. Çıkarını düşünen bir adam neden kendisini eleştirmek istesin ki? Bu, kafirler için bir alay malzemesi olabilirdi. Kafirler sırf bu ayetlerden dolayı "Ey Muhammed! Kendi Allah'ın bile seni eleştiriyor" diye dalga geçebilirlerdi. Araf suresinin 187. ayetinde peygamberin kıyamet hakkında bilgi sahibi olmadığını söylemesi gerektiği özel olarak vurgulanır. 
"Sana kıyameti, ne zaman gelip çatacağını soruyorlar. De ki: "Onun ilmi ancak Rabbimin katındadır. Onun vaktini O'ndan başkası açıklayamaz." (Araf 187)
Kuran'ı peygamber menfaati için uydurduysa, rahatlıkla, "Kıyamet 1000 yıl sonra kopacak." diyebilirdi. 1000 yıl sonra peygamber diye bir şey kalmayacağı için, kimse ondan "Kıyamet neden kopmadı?" diye hesap soramazdı da. Peygamber burada kendi bilgisizliğini neden ön plana çıkarmak istesin ki? İsra suresinin 79. ayetinde peygamberden gece namazı kılması isteniyor. O ayet şöyle der: "Gecenin bir kısmında uyanarak, sana mahsus bir nafile olmak üzere namaz kıl." Dikkat ederseniz, bu sadece peygamberden isteniyor. Bakınız, şunu iyi anlamamız lazım. Peygamber sürekli evde bulunan biri değildi. Zaman zaman diğer Müslümanlarla birlikte yolculuk ve hicret ediyordu. Sürekli evinde bulunuyor olsaydı, "Hadi böyle bir ayet uydurmuş, fakat kimse onu gece evinde görmediği için yine de buna uymuyor olabilir." diyebilirdik. Ancak peygamber sürekli başka Müslümanların şahit olduğu bir hayata sahipti. Bu durumda bir insan kendisine neden böyle bir eziyet yapmak istesin ki? Düşünsenize, kervanda yolculuk yapıyorlar ve dinlenmek için uyku molasına ayrılıyorlar. Peygamber gece namazına kalkmasa, o hemen göze batacaktır. Kendisine böyle bir eziyet ederek nasıl bir çıkar elde ediyor? Ne yani kendisine bu kadar eziyet edecek biri misafirden rahatsız olduğu için, Ahzab suresinin 53. ayetini mi uydurdu? Ateistler buna gerçekten de inanıyorlar mı? Bakın ayrıca, benzer ifadeler sadece peygamber için değil, tüm Müslümanlar için söylenmiş. Örneğin Nur suresinin 27. ayetinde tüm Müslümanlara şöyle denir: "Ey iman edenler! Kendi evinizden başka evlere izin almadan ve ev halkına selam vermedikçe girmeyin." 

28. Peygamber evlatlığı Zeyd'in karısını koynuna alabilsin diye ayet var. (Ahzab: 37)

28. Cevap:
Bu ayete yöneltilen eleştiriler sadece çıkar eleştirilerinden oluşmuyor. Aynı zamanda Hazreti Muhammed'in ﷺ “ahlaksız” olduğuna dair eleştirilerden de oluşuyor. Ateistlerin bu ayeti ahlaksızca bulmakta haksız olduklarını daha ayete bakmadan bile söyleyebiliriz. Neden mi? Çünkü ateist dünya görüşünde ahlakın objektif olarak temellendirilememesi diye bilinen felsefi bir sorun vardır. Bu sorun Müslümanlar da dâhil birçok insan tarafından yanlış anlaşılmaktadır. Ahlakın objektif olarak temellendirilememesi sorununda ateistlerin ahlaklı olamayacağı öne sürülmüyor, temelinin olamayacağı kanıtlanıyor. Ateistler de iyi bir ahlaka sahip olabilirler. Ancak ateistler neyin iyi, neyin kötü olduğunu objektif şekilde temellendiremezler. Bir şeyin neden iyi veya kötü olduğunu objektif bir ölçüye dayandıramazlar. Örnek olarak çocuk tecavüzü konusunu ele alalım. Çocuk istismarından dolayı yakalanan kişiler bazen yaptıkları bu çirkin eylemde yanlış bir şey olmadığını savunurlar. Hatta bir keresinde haberlerde çocuk istismarından dolayı yakalanan kişiye muhabirler: “neden böyle bir şey yaptınız?” Diye sorduğunda zanlı kişi: “O da bir gün kadın olacak.” şeklinde çok çirkin bir söylemde bulunmuştu.

Diyelim ki siz bir ateistsiniz ve böyle düşünen bir adamla bir röportaj yapıyorsunuz. Sizin haklı olduğunuzu ve adamın haksız olduğunu nasıl veya neye dayanarak savunurdunuz? Siz adama: “Bu yaptığınız ahlaksız bir davranıştır.” derseniz, adam size: “Kime göre?” sorusunu sorabilir. Ve ardından:  “ben ahlaksız bulmuyorum.” diyebilir. Siz adama:  “Ama bu çocuğa zarar veren bir davranıştır.” deseniz, karşınızdaki adam da: “Bana ne? Benzer şeyler hayvanlar âleminde de oluyor veya bir insana zarar vermek neden yanlış olsun ki?” diyebilir. Siz adama: “Fakat biz evrimsel süreç ile muhakeme yeteneğine erişmiş canlılarız ve hayvanlarla kıyaslanamayız.” deseniz, karşınızdaki adam da: “Neden muhakeme yeteneğimi kullanmak zorunda olayım ki?” sorusuyla itiraz edebilir. Veya adam: “Ben bu hayatta içgüdülerime göre hareket etmeyi, aklıma göre hareket etmekten daha doğru buluyorum.” diyebilir. Nihayetinde bir ateist olarak adama ne söylerseniz söyleyin, söylemleriniz objektif sayılabilecek bir ölçüye dayanmayacaktır. Dikkat! Burada mesele karşınızdaki kişinin ikna olması değil, mesele o adama Ahmet ve Mehmet için değişmeyecek olan objektif bir ahlak temeli sunmaktır. Peki, bir inançlı bir şeyin nasıl iyi veya kötü olduğunu bir temele dayandırıyor: Eğer gerçekten de bütün evreni yoktan yaratan bir Tanrı varsa O ahlak kurallarını neden belirlemiyor olsun ki? Mesela Tanrı “İnsan öldürmek günahtır.” dediğinde bu Ahmet'in veya Mehmet'in kendi düşüncelerinden bağımsız olan bir ölçü olmuş oluyor. Sen ister katıl, ister katılma. Aslında birçok ateist ahlakın bir temele indirme sorununun var olduğunun farkında. Mesela bir tartışmada ünlü ateist fizikçi Lawrence Krauss’a: “Ensest -aile içi- ilişki yanlış mı?”  diye soruluyor ve kendisi aynen şu cevabı veriyor: “Benim için yanlış olması açık değil… Eğer iki kardeş birbirini gerçekten de seviyorsa ve hamileliği önleyici araçlar kullanıyorlarsa. Ben bu davranışlarında bir yanlış görmüyorum.” (İslam vs Atheism Debate, IERA 2013) Adamın farkında olduğu şey şudur: “Neye göre yanlış olduğunu söyleyebilirim ki?” Ensest gibi iki kardeş arasındaki ilişkinin bile yanlış olduğunu gösteremeyen kişiler, ne yani Hazreti Muhammed'in ﷺ evlatlığının eski eşiyle evlenmesini mi ahlaksızca buluyorlar? Ayete bakmadan önce ateistlere soralım: “Neye göre yanlıştır?” Sizce burada bir tutarsızlık yok mu? Daha da ilginci ensest ilişkinin yanlış bulunması gibi ahlaki tutumlar zaten bizzat dinlerin getirdiği ahlak anlayışına dayanıyor. Eğer dinler hiç olmasaydı, evrimsel süreçle oluşan canlılar neden bir gün: “Aaa ensest ilişki aslında yanlış.” diye, neden düşünecek olsunlar ki? Bunun sebebi: “Çocuklar sakat doğar ve bu da evrimsel süreçte bir dezavantajdır.” gibi şeyler olamaz. Çünkü ensest ilişki ve çocukların sakat doğması ilişkisi eskiden bilinmeyen bir şeydi. Bu tarz şeyler genetik biliminin gelişmesiyle ortaya çıkmıştır. Şimdi ateistlerin eleştirilerini inceleyelim. 

Ateistlerin eleştirileri: "Peygamberin evlatlığı olan Zeyd'in eşi olan Zeynep, Muhammed Peygamberin -haşa- hoşuna gidiyordu. Gizlediği şey buydu. Ve Muhammed de Allah'tan geldiğini iddia ettiği ayetlerle Zeynep'in kendisiyle evlenmesini sağladı. Allah'tan geldiği iddia edilen bir kitapta böyle bir rezalet söz konusu olabilir mi?"

Bu ayette yapılan çarpıtma diğer ayetlere yapılan çarpıtmadan çok çok daha büyüktür. Bir önceki ayetlerde menfaati yansıtıyor, bundan dolayı Kur’an insan sözüdür gibi bir durum vardı değil mi? Bu eleştiride bırakın bu ayetin Kur’an'ı insan sözü yapmasını menfaati yansıtma durumu bile yoktur. Öncelikle bir kişinin evlatlığının eski eşiyle evlenmesi bütün Müslümanlar için caizdir. Çünkü daha önce gösterdiğimiz “evlenilmesi yasak olanlar” listesinde “evlatlığının eski eşi” yer almıyor. Bu durum istisnasız bütün Müslümanlara helaldir. Bu ayette Peygambere ﷺ has bir durum yoktur. Ateistlerin bu ayetteki en büyük çarpıtması sanki Peygamber  ﷺ, Zeyd'in boşanmasını ve kendi evliliğini ayetle sağlıyormuş gibi göstermektir. Hâlbuki bu ayetlerle hiçbir şeyi sağlanmıyor. Bu ayetler hüküm ayetleri değildir. Burada sadece yaşanmış bir şey aktarılıyor ve birtakım sınırlara nasıl yaklaşılması gerektiği açıklanıyor. Ayette Zeyd'in eşinden ayrıldığı anlaşılmaktadır. Burada sorulması gereken önemli soru şudur: “Zeyd eşinden Peygamber ﷺ yüzünden veya Peygamberin ﷺ ayet getirmesi yüzünden mi boşanıyor?” öyle bir şeyin olmadığı ayetten rahatlıkla anlaşılıyor. Hatta aksi bir durum olduğu; Peygamberin ﷺ, Zeyd’e eşini yanında tut dediği anlaşılıyor. Ateistlerin iddia ettiği gibi eğer Kur’an'ı -haşa- uyduran Peygamberse ﷺ ve Zeyd 'in eşine -haşa-  göz diktiyse rahatlıkla bir ayet uydurup: “Zeyd’e hanımını boşamasını emrettik çünkü hanımı onun için uygun biri değildir. Siz bilmezsiniz Allah bilir.” diye bir ayet(!) uydurabilirdi. Fakat Peygamber aksine Zeyd’e; eşini yanında tut, bu nikâha sahip çık ve evliliğine sarıl, diye bir tavsiyede bulunmuş. İddia edildiği gibi -haşa- Peygamber ﷺ ilgi duysaydı neden bu tavsiyeleri versin ki? Sırf bu tavsiyeden dolayı Zeyd: “Peygamberin ﷺ bir bildiği vardır, Onun ﷺ tavsiyesine uymalıyım.” deyip, vazgeçebilirdi. Bu ortamda Peygamberin ﷺ  risk alıp Zeyd’e: “Hanımını da yanında tut.” demesi saçma olmaz mıydı? Hazır ayağına gelmiş fırsatı (!) neden tepsin ki? Ayette sıkça tartışılan şeylerden biri de ayette geçen "insanlardan çekinerek içinde gizliyordun" ifadesidir. Ateistler diyor ki burada gizlenen şeyden kasıt, Zeyd henüz evliyken peygamberin onun eşine karşı duyduğu ilgidir. Bu yorum üzerinde birazdan duracağız ama, önce başka bir yorumun mümkün olduğunu göstermek istiyoruz. Ateistler, ayeti peygamberin evli bir kadına duyduğu ilgi diye yorumluyor. İyi de, tam tersi neden olmasın? Madem peygamber, Zeyd'in eşine ilgi duyabiliyor, o halde Zeyd'in eşi neden peygambere ilgi duymuş olamasın? Ne yani günümüzde ilgi sadece erkek tarafından mı geliyor? Bir kadın bir erkeğe aşık olamaz mı? Bu tamamen mümkündür, ve böyle bir şey olduysa peygamberin evli bir kadının ondan hoşlanmasının toplum tarafından öğrenilmesinden elbette korkacaktır. Mesela Zeyd'in eşinin sürekli peygambere baktığını düşünün. Herkes bu durumdan, "acaba başkaları görür de, yanlış anlarlar mı?" düşüncesiyle rahatsız olacaktır. Peki biz bu ayete dayanarak kesin bir şekilde "hayır böyle bir şey olmamıştır" diyebilir miyiz? Şimdi de bizzat ateistlerin yorumu üzerinde duralım. Diyelim ki peygamber Zeyd'in eşine karşı eşi hala evliyken gerçekten de ilgi duydu. Peki bu durumda peygamberin yaptığı eleştirilebilir mi? Ateistlerin bu yorumunu aldığımızda bile ahlaksız bir durum yoktur ortada. Bakın ilgiden bahsediyoruz, sadece ilgi. Yuva bozmak filan değil. Bir kişinin başkasına ilgi duyması tamamen biyolojik bir fenomendir. Aslında ateistler farkında olmadan burada biyolojik bir mekanizmayı ahlaksızca bulmuş oluyorlar. Bu mesela bir çalar saate neden çaldın demesine benzer. Falanca kişinin falanca kişiye ilgi duyması kendi elinde olan bir şey midir? Bu tamamen hormon gibi şeylerden kaynaklanıyor. İnsanların iç güdüleri onları suçlu yapar mı? Şöyle düşünün, siz çarşıda yürüyorsunuz, bir kadın görüyorsunuz ve o kadın hoşunuza gidiyor. Farkındaysanız o kadın hoşunuza gittiği esnada zaten onun evli olup olmadığını bilmiyorsunuz. Buna rağmen hoşunuza gidiyor. Hoşuna gitme durumu tamamen evlilik statüsünden bağımsızdır. Bir kadını gördükten sonra bilinçli bir şekilde düşündükten sonra mı ondan hoşlandığınızı anlıyorsunuz? Tabii ki hayır. Bu tamamen içgüdüsel bir olaydır ve bu bir kişiyi suçlu veya ahlaksız yapmaz. Ahlak, hoşunuza gittikten sonra nasıl davranacağınızla alakalıdır. Örneğin o kadına sarkıntılık yaparak ahlaksızca bir davranışta bulunmuş olursunuz. Veya bile bile yuvasını yıkmak için uğraşırsanız, yine ahlaksızca bir davranışta bulunmuş olursunuz. Ahlaklı olan bir adam gördüğü kadının evli olmasını bilmesi durumunda o kadınla eşinin yuvasını bozmak için hiçbir şekilde uğraşmayacaktır. Zaten peygamber uğraşmamıştır da. Hatta Zeyd'e eşini bırakma diye tavsiyede bulunmuş. Sırf hoşuna gittiği için hiçbir şey demeyip, susabilirdi de. Eğer bu ayet bir şeyi kanıtlıyorsa o da Hz. Muhammed'in ahlaklı biri olduğudur. Düşünsenize, duygularını bir kenara bırakıp Zeyd bunu yapma diyebilmiş. Bozulan bir yuvayı kurtarmaya çalışmış. Kaldı ki az önce de açıkladığımız gibi durum tam tersi de olabilir. Yani Zeyd'in eşi de peygamberden hoşlanmış olabilir. Hangi yorumu alırsak alalım, bu ayet ne ahlaki açıdan eleştirilebilir, ne Kuran'ın evlilik ölçülerine uymadığı gerekçesiyle. Aslında bu durum ateistlerin ne kadar art niyetli olduklarını gösteriyor. Bizzat adamların kendi yorumlarını aldığımızda bile ayet hiçbir şekilde eleştirilebilecek bir pozisyonda olmuyor. Hem gerçekten de ahlaksızca bir durum olsaydı bile, ateistler ahlakı temellendiremedikleri için bunu eleştirmeye hakları olmazdı. Âişe (r.anha)’dan rivâyete göre, demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.), vahiyden bir şey gizleyecek olsaydı muhakkak Ahzab sûresi 37. ayetini gizlerdi. Sonra peygamber evlatlığının karısı ile evlenince Allah: Ahzab sûresi 40. ayetini indirdi. Rasûlullah (s.a.v.), Zeyd’i çocukken evlat edinmişti büyük yaşa gelinceye kadar onun yanında kaldı. Kendisine Muhammed’in oğlu Zeyd, denilmekteydi. Bunun üzerine Allah: Ahzab sûresi 5. ayeti indirdi. Filan filanın dostudur. Filan filanın kardeşidir, demek Allah katında daha uygun bir davranıştır. (Müslim, İman: 27)

29. Evlenme yaşı için sınır yok. ???

29. Cevap:
Vardır.
"Yetimleri, nikaha erişecekleri çağa kadar deneyin; şayet kendilerinde bir (rüşd) olgunlaşma gördünüz mü, hemen onlara mallarını verin. Büyüyecekler diye israf ile çarçabuk yemeyin. Zengin olan iffetli olmaya çalışsın, yoksul olan da artık maruf (ihtiyaca ve örfe uygun) bir şekilde yesin. Mallarını kendilerine verdiğiniz zaman, onlara karşı şahid bulundurun. Hesap görücü olarak Allah yeter." (Nisa 6)
Bu ayette ulaşılması gereken bir evlilik çağı olduğu, bu çağa ulaşmayan ve kendisinde olgunluk görünmeyen çocuklara malları verilmeyeceği anlatılıyor. Nisa 24-25 ve Maide 5 ayetlerine göre evlilikte kadına mehir verilmesi zorunlu olduğuna ve küçük çocuklar mal alamayacağına göre çocuk evliliğine onay yoktur. Ancak, evlilik çağına ve olgunluk çağına (Nisa 6) ulaştığı zaman evliliğe izin veriliyor.

30. Sınırsız cariye helal. (Muminun: 6), (Nur: 32-33), (Ahzab: 50-52-55), (Mearic: 30)

30. Cevap:
22. soruda bunları yine sormuştu, Müminun 6, Mearic 30'u açıklamıştım, bir daha açıklayayım.  Müminun 6, Mearic 30 ayetlerine dikkat edilirse ayetlerde "ve" değil "veya" bağlacı kullanılmış. Bu şu anlama gelmektedir: ya eşleri ile veya sağ ellerinin sahip oldukları ile birlikte olabilirler. Hem eşi hem de sağ elinin sahip olduğu ile aynı anda değil. Önemli bir nokta, ayetler kadına da, erkeğe de hitap etmektedir. Yani, bu ayette helal olan kişiler sadece erkeklere mahsus değil, kadına da serbesttir. Bir kadın eşi veya "sağ elinin/yeminin sahip olduğu" denilen kişi ile birlikte olması serbesttir. Nisa 25: "İnançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü yetmeyen kimseler, Sağ ellerinizin sahip oldukları ile evlensinler..." Bu ayet gereğince, birisi ancak "inançlı ve hür kadınlarla evlenmeye gücü" yetmiyor ise, "sağ ellerinin malik oldukları" denilenlerle evlilik yapabiliyor. Aksi takdirde yapamıyor. Müminun 6 ve Mearic 30 ayeti iddia edilenin aksine, sınır getiren bir ayettir. Nur 32-33'te kölelerin evlendirilmesi isteniyor ve özgürlük antlaşması isteyenlerle antlaşma yapın diyor, ayet özetle her özgürlük isteyeni özgürleştirin diyor. Ayrıca onları zorlamamak isteniyor. Dedikleri gibi bir şey yok. Ahzab 50'yi zaten açıklamıştık, bkz: 21. soru. Ahzab 52 şöyle der: "Sözleşme yaptığın kadınlar hariç, bundan sonra artık başka kadınlarla evlenmek ve eşlerini değiştirmen güzellikleri hoşuna gitse bile sana helal değildir. Allah her şeyi gözetler." bu yine sınır getiren bir ayettir. Ahzab 50 açıklaması, 21. soruya bakarsanız bu ayetten sonra peygamber hiç kimseyle evlenmemiştir. Ahzab 55'te dedikleri gibi bir ifade yok.

31. Ayetleri sorgulamayın diye ayet var. (Maide: 101)

31. Cevap:
Aslında bu ayeti bir çocuğa da okutsanız ne demek istediğini anlar. Ayet diyor ki “Cevabı hoşunuza gitmeyecek şeyler sormayın”. Hiçbir soru sormayın mı diyor burada sayın sorguladığını sanan ateist? Bu ayette sorgulamayı yasaklayan bir ifade yoktur, açıklandığı taktirde, hoşa gitmeyecek, pişman edecek ve yükü daha da ağır bir hale getirecek olan konular hakkında sormak yasaklanmıştır. Bakara suresinin 67-71. ayetlerinde, İsrailoğulları'nın, kesilecek kurban hakkında aşırı detay sorarak işin içinden çıkılamaz bir hale getirmeleri örnek verilebilir. Eğer kendilerine kurban emir edildiği anda hemen kesmiş olsalardı durum kendileri için zorlaşmayacaktı. Kuran'da birçok ayet sorgulamayı, düşünmeyi emreder. Bkz: Bakara 170, Fatır 37, Rum 28, Mülk 10, Yunus 100, Ali İmran 191, Tarık 5, Ankebut 20, Kehf 14-15...

32. Dünyada haram ettiği zina ve içkiyi ahirette ödül olarak anlatıyor. (Bakara: 219), (Maide: 90-91), (Yunus: 4), (Nahl: 67), (Bakara: 25), (Ali İmran: 15), (Duhan: 54), (Tur: 20), (Rahman: 72), (Vakıa: 23), (Nebe: 33-34)

32. Cevap:
Zina: Aralarında evlilik bağı olmayan kişiler arasındaki cinsel ilişki.
Kuran'da Cennet'te evleneceğimiz yazıyor, nasıl bu zina olsun? Bay ateist zina ne demek onu bilmiyor... Kuran'da cinsellik hakkında bir tane bile ayet yoktur, ilişkiden bile olabilecek en üstü kapalı şekilde "yaklaşım" veya "temas" olarak bahseder. Mesela Mücadele 3'te "dokunmak, temas etmek" anlamındaki yetemassa kelimesi kullanılır.
İçki konusunda, Cennette şarap var mı? Evet var, fakat sarhoşluk veren bir içki değil.

Saffat 45-47: “Kaynaktan doldurulmuş kadehlerle etraflarında dolaşılır. Bembeyaz, içenlere lezzet veren (bir içki). Onda ne bir sersemletme vardır ne de ondan dolayı sarhoş olurlar.”

33. Eşcinselleri lanetliyor. (Nisa: 15-16), (Araf: 80-81), (Hicr: 71), (Şuara: 165), (Neml: 55)

33. Cevap:
Delil alınan ayetlere bakalım.
"Kadınlarınızdan fuhuş yapanların aleyhinde olmak üzere içinizden dört şahit tutun. Eğer şehadet ederlerse, onları, ölüm alıp götürünceye veya Allah onlara bir yol kılıncaya kadar evlerde alıkoyun. Sizlerden fuhuş yapanların, her ikisine eziyet edin. Eğer tevbe ederler de ıslah olurlarsa artık onlardan vazgeçin. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, esirgeyendir." (Nisa 15-16)
Burada fuhuşun cezası anlatılıyor. Dedikleri gibi bir şey yok. Diğer ayetlerde ise Lut kavmi anlatılıyor, ayetlere bakılacak olursa, “...Siz kadınları bırakıp, erkeklere ilgi duyuyorsunuz...” demesi, onların kendi tercihleri olarak eşcinsel olduğunu belirtiyor. Yani bu kişiler özde eşcinsel değil, kendileri olmayı tercih ediyor bunun üzerine kendileri helak ediliyor.

34. Gayrimüslimlerin cennete girebileceği de söylenirken, başka ayette tam zıttı söyleniyor. (Bakara: 62), (Maide: 69), (Nur: 39), Hu: 15-16), (Tevbe: 17)

34. Cevap:
"Şüphesiz, iman edenler(le) Yahudiler, Hristiyanlar ve Sabiiler(den kim) Allah'a ve ahiret gününe iman eder ve salih amellerde bulunursa, artık onların Allah katında ecirleri vardır. Onlara korku yoktur ve onlar mahzun olmayacaklardır." (Bakara 62)
"Gerçek şu ki, iman edenlerle Yahudiler, Sabiiler ve Hristiyanlardan Allah'a, ahiret gününe inanan ve salih amellerde bulunanlar; onlar için korku yoktur, onlar mahzun da olmayacaklardır." (Maide 69)
"İnkar edenler ise; onların amelleri dümdüz bir arazideki seraba benzer; susayan onu bir su sanır. Nihayet ona ulaştığında bir şey bulamaz ve yanında Allah'ı bulur. (Allah da) Onun hesabını tam olarak verir. Allah, hesabı çok seri görendir." (Nur 39)
"Kim dünya hayatını ve onun çekiciliğini isterse, onlara yapıp ettiklerini onda tastamam öderiz ve onlar bunda hiç bir eksikliğe uğratılmazlar. İşte bunların, ahirette kendileri için ateşten başkası yoktur. Onların onda (dünyada) bütün işledikleri boşa çıkmıştır ve yapmakta oldukları şeyler de geçersiz olmuştur." (Hud 15-16)
"Şirk koşanların, kendi inkarlarına bizzat kendileri şahitler iken, Allah'ın mescidlerini onarmalarına (hak ve yetkileri) yoktur. İşte bunlar, yaptıkları boşa gitmiş olanlardır. Ve bunlar ateşte süresiz kalacak olanlardır." (Tevbe 17)
Çelişki yok. Nasıl bir çelişki görmüşler anlamadım. Bakara 62, Maide 69'da Yahudi, Hristiyan ve Sabiiler'in Cennet'e girebilmesi için şartları söylüyor: Allah'a ve ahiret gününe iman, salih amel birlikteliği. Nur 39'da kafir kelimesi geçer ki kafirler zaten Allah'a ve ahiret gününe iman edip salih amel işlemezler. Hud 15-16'da dünya hayatını isteyenlerden bahsediyor, zaten Bakara 62, Maide 69'da geçen "Allah'a, ahiret gününe iman, salih amel birlikteliği"ni burada ahiret yerine dünya hayatını isteyenler yapmaz. Tevbe 17'de müşriklerden bahsediyor, Tevbe suresinin barış antlaşmasını bozan müşriklere karşı bir ultimatom olduğunu unutmamak lazım, Ehl-i Kitap'tan bahsedilmiyor bu ayette.

35. Namazın nasıl kılınacağı anlatılmıyor. ???

35. Cevap:
Nasıl yok? :D Namaz, İbrahim peygamberin zamanından beri var olduğu için,
toplum tarafından bilinmektedir. Bu yüzden Kuran detaya girmez, örneğin “Rüku edin, secde edin.” der, ancak rüku ve secde hareketinin nasıl yapılacağını anlatmaz. Bunu anlatmıyor oluşu, insanların biliyor oluşundan kaynaklıdır. Örneğin o dönem insanı “rüku” denilince, bunun eğilmek olduğunu biliyor. Bu sebeple, bilen bir topluma bildiği şeyin detayı anlatılmaz.
Günün ilk namazı: Öğle, Hud 114, İsra 78
İkindi namazı: Öğle, Hud 114, İsra 78, Nur 58-59
Akşam: Bakara 238, Hud 114, İsra 78
Yatsı: Hud 114, İsra 78, Nur 58-59
Sabah: Hud 114, İsra 78, Nur 58-59
Cuma namazı: Cuma 9, İsra 78
Orta namaz (Akşam namazı): Bakara 238 (Orta namaz ikindi gösteriliyor. Bu doğru
değil. Günün ilk namazı öğle (İsra 78) olduğuna göre, orta namaz akşam olur. Beş
parmağın ortada olanı gibi)
Cenaze namazı: Tevbe 84
Teheccüt namazı (nafile): İsra 79, Nur 58-59
Bakara 238: en az üç vakit namazdan bahseder. “orta” dediği namaz, ikindi
namazıdır.
Namaza çağrı: Maide 58, Cuma 9
Abdest ve abdesti bozan şeyler: Maide 6, Nisa 43
Zaruri hallerde namaz abdesti için kolaylık: Nisa 43, Maide 6
Maddi pislikler: Müddessir 4
Giyinme: Araf 20, Şuara 31, Nur 30, 31, 60, Ahzab 59
Kıble: Bakara 115, 141, 143-145, 149,
Niyet: Bakara 284, Ali İmran 29
Tekbir (Namaza başlama tekbiri): İsra 110, 111, Hac 37, Vakıa 96, Müddessir 3, Ala
1, 15
Kıyam: Bakara 238, Ali İmran 43, 191, Nisa 103, Tevbe 112, Hac 26, Furkan 64,
Şuara 217-219, Zümer 9
Kıraat: İsra 110, Ankebut 45, Müzzemmil 20
Ruku: Bakara 43, 125, Ali İmran 43, Maide 55, Tevbe 112, Hac 26, 77, Sad 24, Fetih
29, Mürselat 48
Secde: 2/125, 3/43, 113, 191, 4/102, 103, 7/120, 206, 9/112, 12/100, 13/15, 15/98,
17/7, 19/58, 20/70, 22/18, 26, 77, 25/60, 64, 26/217-219, 27/24, 25, 32/15, 38/24,
39/9, 41/37, 48/29, 53/62, 68/42-43, , 76/26, 84/21, 96/19
Tahiyyat: Nisa 103
Rekat sayısı: Nisa 102
Namaza başlama tekbiri: Müddessir 3, Ala 15
Kıyama kalkış, ruku ve secde tesbihleri: 7/206, 9/112, 10/10, 15/98, 17/111, 20/130,
26/220, 30/17, 32/15, 50/40, 52/48
Namazın rükunlarında ara tekbirleri: 37/3, 74/3, 87/15
Rukudan sonra kıyamda beklemede tesbih: 15/98
Rukuda tesbih: 56/96
Secdede tesbih, dua: 87/1, 50/40
Namazdan sonra tesbih ve dua: 2/45, 153, 9/112
Namazda dua: 17/110, 10/10, 20/14, 73/14
Namazda ne söylediğini bilmek, huşu içinde ve sadece Allah’a yönelme: 3/43, 4/43,
23/2, 29/45, 72/18
Namazda sesin durumu: 17/110

36. Tarihi bir olay anlatırken Meryem'leri karıştırıyor. Kur’an’da “Ey Harun’un kız kardeşi” diye hitap etmişlerdir. Halbuki bu iki Meryem birbirinden tamamen bağımsızdır. İsa’nın annesi olan Meryem’in Harun isminde bir kardeşi olmadığı gibi, bu iki Meryem’den ilki, diğerinden yaklaşık 1700 yıl önce yaşamıştır. (Meryem: 28)

36. Cevap:
Hz. Muhammed zamanında bu ayet açıklanmıştı. Taberi'den bir hadis rivayet edilir: "Muğire b. Şu'be bildirdi: Necran'a geldiğimde (Necran Hristiyanları) bana sordular: "Kuran'da "Ey Harun'un kızkardeşi" okuyorsunuz, oysa Musa İsa'dan çok önce doğdu." Resulullah (s.a.v)'e döndüğümde bunu kendisine sordum, o da şöyle dedi: "(Yaşlılar) kendilerinden önce gelen peygamberlerin ve salih kimselerin adlarına göre isim verirlerdi." (Taberi, İbn Aşur, Meryem 27-28 Tefsiri) 

Tabi, cevabımız burada bitecek değildir. Eski tartışmaları diriltmeyi çok seven misyonerlere temiz bir cevap akademik literatürden de geldi. Peygamberin iki Meryem'i "karıştırmadığı" bu hadisten açıkça anlaşılmaktadır. Eski zamanlardaki insanların, kendilerinden önceki dindar kişilerin adlarını verdiklerine dikkat çekti. Müslüman müfessirler yukarıdaki hadisi ve Kuran'ın kendisini kullanarak iki tane Hz. Meryem'in karıştırıldığı iddiasını zaten çürütmüşlerdir. Örneğin, Barbara Freyer Stowasser şunları belirtir: "Meryem'in "Harun'un kızkardeşi" (ve ayrıca "Amram'ın kızı) olarak adlandırılması, bazı gayrimüslimlerin, Harun'un kızkardeşi Meryem ve İsa'nın annesi Meryem ile Musa'nın Kuran'daki bir karışıklığı olduğunu iddia etmelerine yol açmıştır. Bu tartışma çok eskidir, ve Müslüman yetkililerin bu iddiayı çürütmesi iyi belgelenmiştir. Tefsire göre Meryem, Kuran'ın bir benzetme yaptığı veya bu isimde bir erkek kardeşi olduğu için "Harun'un kızkardeşi" olarak hitap edilmiştir." (1) Stowasser başka yerde İbn Kesir'den alıntı yaparak şunları belirtir: "İsa, İmran ailesine aittir. Annesi Meryem, İmran'ın kızı ve Harun'un kızkardeşi olarak tanımlanır. Bazı batılı İncil akademisyenleri bunu "Musa ve Harun'un kızkardeşi Meryem ile İsa'nın annesi Meryem'in karıştırılmasına" bağladı. Bu tartışma, Müslüman-Hristiyan diyaloğu kadar eskidir." Hz. Muhammed'in hayatı boyunca Necran Hristiyanları tarafından öne sürülen benzer argümanları çürüttüğü söylenmektedir: "İsa'nın annesi Meryem'i Tevrat'ta Musa ve Harun'un kızkardeşi Meryem ile karıştırmak tamamen yanlıştır ve sahih hadislere ve tefsirde tespit ettiğimiz Kuran metnine aykırıdır." (2) Bu nedenle Meryem'in kavminin kucağında bir bebek gördüklerinde kullandıkları Ey Harun'un kızkardeşi sıfatı, Meryem'e kendisi gibi daha önce giden, takva sahibi ve namuslu kimseleri hatırlatmaktan başka bir şey değildi. Ayrıca Kur'an, İncil'de olduğu gibi Hz. Zekeriya döneminde Hz. İsa'nın annesi Meryem'i ilişkilendirmektedir. Bu, iki Meryem arasındaki "karışıklık" durumunu savunulamaz hale getirir. Bir Sözlük Sorgusu Arapça kullanımda "kızkardeş", "kardeş", "oğul" ve "kız" kelimeleri çok geniş çağrışımlara sahiptir. Modern Batılı bilim, bu temelde iki Meryem, yani Hz. İsa'nın annesi Hz. Meryem ile Hz. Musa ve Hz. Harun'un kızkardeşi Hz. Meryem arasındaki "karışıklık" iddiasını reddetmiştir." Örneğin, Encyclopedia of Islam'da yazan Arent Jan Wensinck şöyle diyor: "Meryem'e Harun'un kızkardeşi denir ve bu üç isim olan İmran, Harun ve Meryem'in kullanılması, Kuran'ın Eski ve Yeni Ahit'in iki Meryem'i arasında net bir ayrım yapmadığı varsayımına yol açmıştır." "Kur'an iki aileyi özellikle seçilmiş olarak adlandırır: İbrahim ve İmran'ınkiler. Meryem'in mensubu olduğu Musa ve Harun'dan dolayı önemli olan İmran ailesidir. Bu akrabalık bağlarının modern terimlerle yorumlanacağını varsaymak gerekli değildir. Arapça kullanımdaki "kızkardeş" ve "kız" kelimeleri, erkek meslektaşları gibi, geniş akrabalık, soy ve mavi yakınlığı gösterebilir. Bu ikinci İmran, Harun ile birlikte tamamen Kur'an'i olarak alınabilir. Müslüman geleneği, İncil'deki İmran ile Meryem'in babası arasında on sekiz yüzyıl olduğu konusunda açıktır. (3) Benzer şekilde, çevrimiçi Blue Letter Bible, 'achowth' altında, İncil'de aşağıdaki kullanımları listeler: "kızkardeş (aynı ebeveynler), üvey kızkardeş (aynı baba), akraba, (metaph) İsrail ve Yahuda'nın ilişkisi, Sevilen gelin, yakın bağlantı, bir diğeri" (4) Benzer şekilde, kızkardeş anlamına gelen Arapça "ukhtun"un karşılığı olan İbrahice 'achowtth' kelimesinin yaygın kullanımı da İbranice İncil'de görülmüştir. Bir sonraki sayfalarda verilen materyaller, Gesenius's İbranice ve Chaldee Lexicon to the Old Testament Scripture adlı kitaptan alınmıştır. (5)

Kuran'a geldiğimizde ise, Arapça'da akhun veya ukthun kelimelerinin iki anlamı vardır: 1-Kan kardeşi 2-Kabile/zümre ve iman kardeşliği. Söz konusu ayet, ukhtun kelimesini ikinci anlamda kullanmıştır. Bu, Kuran'ın daha önceki birkaç ayette aynı deyimsel ifadeyi kullandığı için alışılmadık bir durum değildir. Hud 78'de Hz. Lut, ümmetinin kadınlarından kızlarım olarak bahseder. Araf 65, 73, 85 ayetlerinde Hud, Salih ve Şuayb peygamberler kendi halklarının kardeşleri olarak anılır. Bir başka yerde de Kuran (Mesela Hucurat 10) müminlere mümin kardeşleri olarak hitap etmektedir. Sonuç: "Harun'un kızkardeşi" onursal sıfatını çevreleyen tartışma Hz. Meryem'e uygulandı, Kuran'da Hz. İsa'nın iffetli annesi, peygamberin misyonunun en başından beri Müslüman-Hristiyan tartışmmalarının bir özelliği olmuştur. Necranlı Hristiyanlar, Kuran'ın Hz. İsa'nın annesi Meryem ile Harun ve Hz. Musa'nın kızkardeşi Meryem'i karıştırdığını öne sürerek bu sıfatın kullanımını sorguladılar. Bu gözlem, 9.yüzyıldan başlayarak Bizanslı Nicetas'ın sert eleştirileri ve genel İslam karşıtı polemik şeklinde atıflar geliştirdi. Profesör George Sale'den uzun alıntılarla konuyu özetleyelim: "İsimlerin özdeşliğinden, burada Kuran'ın İsa'nın annesi Meryem'i, Musa ve Harun'un kızkardeşi Miryamlı Meryem ile karıştırdığı, genellikle Hristiyan yazarlar tarafından tasavvur edilmiştir. Bu dayanılmaz anakronizm, eğer kesin olsaydı, bu kitabın sözde otoritesini yıkmak için tek başına yeterlidir. Ancak Muhammed'in kadim tarih ve kronoloji konusunda yeterince bilgisiz olduğu ve bu kadar büyük bir gaf yapmış olduğu varsayılabilirse de; yine de Kuran'ın kelimelerinden nasıl çıkarılabileceğini anlamıyorum. Çünkü iki kişinin adları aynı olduğundan ve her birinin aynı andları taşıyan bir baba ve erkek kardeşi olduğundan, bu nedenle zorunlu olarak aynı olmaları gerektiği sonucu çıkmaz; bu nedenle, Muhammed'in, Musa'nın İsa'dan birkaç çağ önce geldiini çok iyi bildiği ve ileri sürdüğü açıkça ortaya çıktığı için, bunların zorunlu olarak aynı olmaları gerektiğidir. Buna göre müfessirler, Musa'nın babası İmran ile Bakire Meryem'in babası İmran arasında yaklaşık bin sekiz yüz yıl geçtiğini söylememekte başarısız olurlar: ayrıca onları farklı kişilerin oğulları yaparlar; derler ki, ilki Yeshar'ın oğluydu, ya da Levi'nin oğlu Kahath'ın oğlu olan İzhar (gerçekten onun kardeşiydi); diğeri ise şeceresinin izini sürdükleri, ancak çok yozlaşmış ve kusurlu bir şekilde Davud'a ve oradan da Adem'e kadar uzanan Matthan'ın oğluydu. Bakın Meryem Kuran'da Harun'un kızkardeşi olarak anılsa da hiçbir yerde Musa'nın kızkardeşi olarak anılmamaktadır." (6) Son olarak Sir Hamilton Gibb ile Johannes Hendrik Kramers'in İslam geleneğine olan güveniyle cevabı bitirerek bu tartışmayı diritmeden yolumuza devam edelim: "Görünüşte İncil'deki Musa'nın babası İmran'a tekabül eden İmran isminin ve Meryem'e Harun'un kızkardeşi denilmesinin, İncil'deki iki Meryem'in karıştırılmasından kaynaklandığı varsayılmıştır. Sale, Gerock ve diğerleri böyle bir kafa karışıklığının olanaksız olduğunu düşünüyor. Her halükarda Müslüman gelenekleri, İncil'deki İmran ile Meryem'in babası arasında 1800 yıllık bir mesafe olduğuna dair bize güvence verir." (7) 
Kaynaklar: 
(1)-Barbara F. Stowasser, Women In The Qur'an, Traditions, And Interpretation, sayfa 156, dipnot 23. 
(2)-Stowasser, sayfa 137, dipnot 24. 
(3)-Arent J. Wensinck (Penelope Johnstone), "Maryam", The Encyclopedia Of Islam (New Edition), sayfa 630. 
(4)-https://www.blueletterbible.org/lexicon/h269/kjv/wlc/0-1/ 
(5)-S.P. Tregelles (Trans.), Gesenius's Hebrew And Chaldee Lexicon To The Old Testament Scripture: Translated With Additions And Corrections From The Author's Thesaurus And Other Works, sayfa xxix-xxx. 
(6)-G. Sale, The Koran Commonly Called Alcoran Of Mohammed Translated Into English Immediately From The Original Arabic With Explanatory Notes Taken From The Most Approved Commentators To Which Is Prefixed A Preliminary Discourse, sayfa 56. 
(7)-H. A. R. Gibb ve J. H. Kramers say, Shoter Encyclopedia Of Islam, sayfa 328.


37. Lat, Menat ve Uzza isimli putları övüyor. (Necm: 19-20)

37. Cevap:
"Gördünüz mü? Haber verin; Lat ve Uzza'yı. Ve üçüncü (put) olan Menat'ı?" (Necm 19-20)
Bu ayetlerin neresi putları övüyormuş, anlayan uzaylıdır. Necm 23 şöyle der: "Bu isimler, sizin ve atalarınızın onlara yakıştırdığı isimlerden başka bir şey değildir. Allah, onlar için hiçbir yetkilendirmede bulunmadı. Ant olsun ki, onlara Rablerinden doğru yolu gösterici geldiği halde, onlar yalnızca zanna ve benliklerinin hevasına uyuyorlar."

38. Savaşa teşvik eden ayetler var. (Bakara: 190-193-216-244), (Ali İmran: 166), (Nisa: 71-72-76-84), (Enfal: 17-39-65), (Tevbe: 14-15-46-111-123), (Hac: 39), (Ahzab: 18-19), (Muhammed: 20), (Fetih: 11-16)

38. Cevap:
Kuran'da durduk yere savaş yapın diye hiçbir ayet yoktur. Ayetlere bakalım:

"Sizinle savaşanlara karşı Allah yolunda savaşın, (ancak) aşırı gitmeyin. Elbette Allah aşırı gidenleri sevmez." (Bakara 190)

"...Onlar, size karşı savaşıncaya kadar siz, Mescid-i Haram yanında onlarla savaşmayın. Sizinle savaşırlarsa siz de onlarla savaşın..." (Bakara 191)

"Eğer son verirlerse, gerçekten Allah bağışlayandır, esirgeyendir." (Bakara 192)

"Eğer onlar barışa yanaşırlarsa, sen de ona yanaş ve Allah'a tevekkül et. Çünkü O, işitendir, bilendir." (Enfal 61)

"Allah, sizinle din konusunda savaşmayan, sizi yurtlarınızdan sürüp çıkarmayanlara iyilik yapmanızdan ve onlara adaletli davranmanızdan sizi sakındırmaz. Çünkü Allah, adalet yapanları sever." (Mümtehine 8)

"Kendilerine zulmedilmesi dolayısıyla, onlara karşı savaş açılana (mü'minlere, savaşma) izni verildi. Şüphesiz Allah, onlara yardım etmeye güç yetirendir." (Hac 39)

"Size ne oluyor ki, Allah yolunda ve "Rabbimiz, bizi halkı zalim olan bu ülkeden çıkar, bize katından bir veli (koruyucu sahib) gönder, bize katından bir yardım eden yolla" diyen erkekler, kadınlar ve çocuklardan zayıf bırakılmışlar adına savaşmıyorsunuz?" (Nisa 75)

"Yeminlerini bozan, elçiyi (yurdundan) sürmeye çabalayan ve sizinle ilk defa (savaşa) başlayan bir toplulukla savaşmaz mısınız? Korkuyor musunuz onlardan? Eğer inanıyorsanız, kendisinden korkmanıza Allah daha layıktır." (Tevbe 13)

"Haklı bir neden olmaksızın Allah'ın haram kıldığı bir kimseyi öldürmeyin. Kim mazlum olarak öldürülürse onun velisine yetki vermişizdir; o da öldürmede ölçüyü aşmasın. Çünkü o, gerçekten yardım görmüştür." (İsra 33)

"İyilik ile kötülük bir olmaz, kötülüğü iyilik ile def et. Bakarsın ki sana düşman olan kişi çok yakın bir dost olur." (Fussilet 34)

"Dinde zorlama yoktur..." (Bakara 256)

39. Bir savaşta kaç müslümanın kaç kafire denk geldiğini anlatan ayeti hemen bir sonraki ayet yalanlıyor. (Enfal: 65-66)

39. Cevap:
Enfal 65: "Ey Peygamber, mü'minleri savaşa karşı hazırlayıp teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kafirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur."
Enfal 66: "Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za'f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah'ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir."

Bu ayetin nesini anlamamışlar... Ayet aslında çok açık. Yani eğer inanır motive olursanız siz kendinizden on kat fazla orduyu yenersiniz, fakat eğer zayıflık gösterirseniz ancak iki katı kadar bir orduya galip gelebilirsiniz. Yani Allah’ın kuralı değişmiyor. Değişen sadece insanın durumudur ve Allah’ın her iki hükmü de her iki durum için geçerlidir. Yani sahabeler tekrar motive olurlarsa tekrar on katı kadar bir orduyu yenebilirler demektir. Farklı durumlar için, farklı hükümler var. Motive olmuş olanlar için 65. ayetin, zayıflık gösterenler için 66. ayetin hükmü geçerlidir.

40. Kadına savaşta "ganimet" diyor. (Nisa: 4)

40. Cevap:
Nisa 4: "Kadınlara mehirlerini bir hak olarak verin. Eğer ondan bir kısmını kendi istekleriyle size bağışlarlarsa, onu iç huzuruyla, afiyetle yiyin."

Öyle bir şey denmiyor.

41. "Cahiliye dönemindeki gibi açılıp saçılmayın" diye kadının özgürlüğünü kısıtlıyor. (Ahzab: 33)

41. Cevap:
Ahzab 32: "Ey peygamberin kadınları, siz kadınlardan herhangi biri (gibi) değilsiniz; eğer sakınıyorsanız, artık sözü çekicilikle söylemeyin ki, sonra kalbinde hastalık bulunan kimse tamah eder. Sözü maruf bir tarzda söyleyin."
Ahzab 33: "Evlerinizde oturun, ilk cahiliye devrinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namaz kılın, zekat verin, Allah'a ve Resulü'ne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt; Allah, muhakkak ki sizden eksikliği gidermek ve sizi tertemiz temizlemek ister."

Bu ayet Hz. Muhammed'in eşlerine hitap ediyor. Ayrıca, cahiliye dönemi ile kastettiği zamanda, kadınlar mahrem yerlerini gösteren, şeffaf, yanları dikişsiz türden elbiseler, fistan, giyerler, zina ederlerdi. (Kurtubi, Beydavi, Ahzab suresi 33. ayet)
Kuran bu kadınlara gönderme yaparak, böyle olmamalarını emrediyor.

42. Ayın yarıldığını iddia ediyor. (Kamer: 1)

42. Cevap:
Ay yarıldı. 

MAYALAR MUCİZEYİ KAYDETTİ 
Efsaneler daha önce gerçekten yaşanmış olaylardan esinlenir. Maya Takvimine ait efsane de bunlardan biridir.

Maya uygarlığı Başlangıçta MÖ 2000 öncesi civarında, yaklaşık MS 900'e kadar kurulmuş ve İspanyolların gelişine kadar Klasik Sonrası dönem boyunca devam etmiştir. Maya takviminde kutsal bir tavşanın yüzündeki Ay ikiye bölünmüş olarak resmedilir. Büyük bir deprem olmuştur. Kozmik tavşan, maymunu (muhtemelen eski kuzey yıldızı) zamanın kaydedicisi olarak değiştirir ve Ay'ın ikiye bölünmüş yüzü, yüzü olur. Her iki kulağında aynı soru işareti kıvrımıyla çok önemli bir figüre dönüşür. Sayı dizilerine dayanarak, Miladi 9 Şubat 623 tarihi takvimin başlangıç yılıdır. Böylece Ay'ın bölünme mucizesinin gerçekleştiği tarih bulunmuş olur. (Allahualem) İran'da da yeni bir takvim Ay'ın yarılması ile başladı. MS 9 Şubat 623'ü Mevzubahis İran takviminde girerseniz takvimin başına sizi atar! Müslümanlar İran'ı MS 651 yılında fethetti. Yani bu bir Müslüman takvimi değildir. Persian Calendar Converter | Persian Date Converter (calcuworld.com) Hindistan'da ilginç bir gelenek var. Bhoj bir Hint kralıydı, Kachh (Gujrat) topraklarında hala onun adına Bhoj şehri vardır. Raja, Hz. Muhammed (sav) döneminde uzun yıllar Bhavish Puran'dan sonra doğdu. Bir gece Ay'ın ikiye ayrıldığını gördü, bilginlere sordu, onlar Vedaları ve Puranaları incelediler ve krala bunun son peygamberin mucizesi olduğunu söylediler, kral Peygamber'in işaretlerini ve tariflerini sorduğunda, dediler ”Sulh şehrinden (Mekke) olacak ve dini bir evliyanın evinde doğacaktır, adı Arapça Muhammed anlamına gelen “Naraşansah” (övülen) olacak, dört Hulefası olacak ve 12 hanımı olacak.” Naraşansah'ı ararken, Mekke'de göründüğünü öğrendi. Onunla tanışıp, Peygamber Muhammed'in (s.a.v) eliyle İslam'ı kabul etti ve Peygamber ona Abdullah adını verdi, eve döndüğünde ailesi onu kabul etmedi. Ömrünü Peygamberi zikretmek ve bir tek Allah'a ibadet etmekle geçirmişti. 
Vedalardan: Naraşansah deve ile gelir. 12 eşi olur.
Çin'de Ay Bayramı MS 7. yüzyılda meydana gelen ayın yarılması olayı Çinli gökbilimciler tarafından kaydedildi. Olay, Sun Wu Kong (Çin Kralı) zamanında gerçekleşti. Çin'deki takvimde geniş kapsamlı bir değişiklikle sonuçlandı, Çinli gökbilimciler, ayın evrelerinin yeniden düzenlenmesi nedeniyle yılın 5 gün daha uzadığını kaydetti. Böylece Çin, MS 7. Yüzyılda Ay'ın bölünmesi olayından etkilenmiştir. Çinliler Ay Festivali olarak adlandırdıkları bir festivali kutlarlar. Ay festivalinin kökeni çok net değildir. Ancak Sui hanedanı (MS 581) ve Tang hanedanı (MS 618) arasındaki bir döneme kadar uzanır. Festival aynı zamanda Ay Çöreği Festivali olarak da bilinir. Bu günde kutlamaya 'Dışarıda ayın altında elle ikiye kırılmış ay çöreği yemek' eşlik ediyor. Çin geleneği mucizeyi kaydetmiş.

Tarih kayıtlarına bir nokta daha eklemek gerekiyor: Hint tarihine göre, Chakrawarti Farmas adlı bir kral, Ay'ın ayrılışını bizzat gördüğünü iddia etmiştir. Bu bir Hint tarihi el yazmasında kayıtlıdır (Hint el yazması, Ref ID:2807, 152-173 olan Londra'daki Hindistan Ofisi Kütüphanesinde saklanmaktadır). M. Hamidullah'ın “Muhammed Resulullah” kitabında aktardığına göre: “Hindistan'ın Güney-Batı Kıyısı'ndaki Malabar'ın krallarından biri olan Chakrawati Farmas, Mekke'de Arabistan'dan bir Hz.Resûlullah'ın (sav) geleceğine dair bir kehanette bulunulduğunu öğrenince, oğlunu naip tayin etti ve onunla buluşmak için yola çıktı. Hz.Peygamber'in (sav) eliyle İslam'ı benimsedi ve eve dönerken Hz. Peygamber'in (sav) istikametinde Zafar limanında vefat etti."

Bu anlatının karşılıklı doğrulamasını da yaptım. Hadis kaynakları bu kraldan bahsediyor. El-Hakim'in Müstedrek'inde Hz.Ebu Said el-Hudri'nin raşöyle dediği nakledilir: "Sonra Hindistan Kralı, Hz. Resulullah'a (s.a.v.) içinde zencefil olan bir şişe turşu hediye etti. Peygamber onu ashabına dağıttı. Ben de yemek için bir parça aldım.” Kralın Melibari olarak anılması ve gerçekte de Malabar kralı olması tarihi bir gerçekte buluşuyor. Ay'ın bölünmesine şehadet!

Popüler bilim dergisi Nature'in 2 Ekim 2014 sayısındaki ‘Ay Üzerinde Yarılma' başlıklı makaleye kadar bilimsel ispatı yönünde hiç büyük bir adım atılmamıştı. Andrews J. Feustel tarafından yazılan makalede ayın görünür yüzeyinde oldukça büyük bir çöküntü alanı olan ‘Fırtınalar Okyanusu' bölgesiyle ilgili yeni keşifler konu edildi. Dünyada pek çok haber kanalı bunu ‘Ay yüzeyinde gizli çarpıcı geometrik şekiller' olarak duyurdu. Ay yüzeyinde bir yarılma olmuş, ay yüzeyi ikiye ayrılmıştı. Bu yüzden de gizli çarpıcı şekiller yüzeyden görülemiyor şeklinde ifade ediliyor. Daha önce, ‘‘Fırtınalar Okyanusu' bölgesinin bir çarpma sonucu oluştuğuyla ilgili bilimsel iddialar yazılmıştı. Fakat NASA tarafından yapılan ‘Grail Misyonu'na sahip uyduların sağladığı ‘gravite haritası', ayın bir nevi tomografisini çekerek tek parça çembersel bir yarığı net biçimde ortaya çıkarmıştır.



Binlerce kilometre uzunlukta, lav taşkınlarıyla dolu uçurumların donmuş kalıntıları tespit edildi. Burada çarpıcı olan fayların binlerce kilometre boyunca, 3 bin kilometre çapındaki bir alanda  ve yaklaşık 5 buçuk milyon kilometre karelik alanı çevrelemesidir. Ay'ın yüzey alanı yaklaşık 37 milyon kilometre kare olduğu için, 1/7'sine denk geliyor. 4 Mayıs 1967 tarihinde orbital 4 uydusu ayın arka yüzeyinde 240 km uzunluğunda ve yer yer 8 km genişliğindeki yarıkları tespit etmesi ise ilk veri olarak ele geçiyor. Fayların birbirini tamamlaması ve yarılan bu alanın ay yüzeyinde bütün bir çember oluşturması ve tam da inşikak-ı kamer hadisesindeki gibi ayın yarılmasını ispatlıyor. Bu bulgu şimdiye kadar tespit edilen en önemli ve kesin bir delil olarak nitelendirilebilir.

Ay'daki bu riftleşme, Ay küresi üzerinde onu çepeçevre saran bir yarılma. Tam da ayetin ifade ettiği gibi ayın ikiye yarılarak ayrılmasını gösteriyor. Bu yarığı Efendimizin en büyük mucizesine ait olduğuna dair tam olarak ispatlamanın tek yolu var; o da Ay yüzeyindeki yarıklardan ortaya çıkan lavlardan izotop numuneleri alarak, yaş tayiniyle hangi tarihte oluştuğunu tespit etmek. NASA'nın bulguları 2012'de tespit edilmiş ama haritalar 2014 yılında çıkmış. 2012'de NASA'nın Grail misyonu başlıyor, gravite verileri ikiz uydulardan alınıyor. O zamanki modellemede bu net bir şekilde görülmüyor. Yeni bir modelleme yapılmasına ihtiyaç duyuluyor ve bu veriler 2014 yılında bu çarpıcı yarılma geometrisini ortaya çıkarıyor. Biz de bunu Nature dergisinde yayımlanan makaleyle öğreniyoruz.
Science dergisinden alıntı yapan bir makale şöyle diyor: 
“AY YARIK, DARBE ALMIŞ 
Bilim adamları, Ayı'n ilk günlerinde oldukça darbe aldığına dair kanıtlar bulduğunu söylüyorlar. Ay'ın bu yeni görünümü, bu yılın başlarında yörüngeye giren ikiz uzay aracıyla ayrıntılı gravite haritalandırmasından geliyor. Yüzeyin altında, ayın içi hırpalanmış ve yarılmış. Bu, Dünya dahil diğer kayalık gezegenlerin, tarihlerinin başlarında meteorlardan benzer bombardımanlara maruz kalmış olabileceklerini gösteriyor. NASA uzay aracı Ebb ve Flow tarafından yapılan ölçümler, ayın kabuğunun bilim adamlarının düşündüğünden çok daha ince olduğunu buldular – sadece yaklaşık 25 mil kalınlıkta. Bulgular Çarşamba günü San Francisco’daki Amerikan Jeofizik Birliği toplantısının bir toplantısında sunuldu ve Science dergisinde çevrimiçi yayınlandı.”
Not: Science Dergisiyle ilgili paragraf alıntıdır: 83# Hz. Muhammed'in Ay'ı ikiye bölmesi - Bilimsel (bilimveyaratilisagaci.com)
Daha önce de İtalyan bilim adamı Cassini, bir ay haritası yayınlamış burada da bir yarık görülmüştü... Yüzey boyunca devam eden yarık izine dikkat edin.

Cassini'nin  mucizeden 1100 yıl sonraki haritasında da çeşitli faylar var. Fakat bunlar bütünleşik değil. Çünkü lavlarla üzeri örtülmüş ve çıplak gözle bakarak yüzeyden tespiti mümkün olmuyor. Ancak jeofizik verilerle görülebiliyor. Bırakın Cassini haritasını, bugüne kadar yakın ve detaylı çekilen fotoğraflarda ve aya yapılan keşif gezilerinde bile görülemediler. Bunlar ayın riftleşerek yarıldığını ve ikiye bölündüğünü net biçimde ifade ediyor. Bunun soğuma sırasında gerçekleşen bir büzüşmeden olabileceğini iddia ediyorlar. Böyle bir büzüşme olabilmesi için 8 kilometre genişliğinde bir zon (genişleme) olması gerekiyor. Ancak böyle bir genişleme yok. Kendileri de bunu ifade ediyor. Böyle bir genişleme olmadığı için bunun ancak kopma ve yeniden yerine yerleşme şeklindeki açıklaması daha mantıklı. Yarılma esnasındaki çembersel düzlem net şekilde görülüyor. Sadece yedigen biçimli yarı-dikdörtgen rift yarıklarının oluştuğunun tespiti bile Kamer Sûresi'nde geçen, ‘Saat yakınlaştı ve ay yarıldı' ayetini tasdik ediyor.

Bilginlerin bilimsel keşifleri açısından gök cisimlerinde bölünme ve yarılmanın olması muhal olmamakla birlikte, defalarca örnekleri gözlemlenmiştir. Elbette her birinde özel amiller etkili olmuştur. Başka bir tabirle, defalarca Güneş manzumesi sistemi ve diğer gök kürelerinde yarılmalar ve patlamalar olmuştur. Örneğin, Güneş manzumesindeki tüm küreler başta Güneş'in bir parçasıydı ve sonra ondan ayrılmış ve her biri kendi yörüngesinde dönmeye başlamıştır. Bu teori tüm bilginler tarafından kabul edilmiştir. Dolayısıyla gök kürelerinde patlama ve yarılma meselesi tekrarı olmayan bir olay değildir. Bu yüzden asla bilim açısından muhal değildir ve mucize muhal bir husus hakkında gerçekleşmiş diye bir şey de söylenemez. Ama Ay küresinde gerçekleşen bölünme ve yarılma ve de ardından yaşanan tekrar birleşme hakkında şöyle söylemeliyiz: Parçalar arasında bulunan çekim gücü etkisiyle yarılmanın normal hale gelmesi tamamıyla mümkündür.
Amerika baskılı Arapça yayınlanan “el-Vatan” gazetesinin internet sayfası, Ürdünlü bir uzay araştırmacısından şöyle nakletme ve yazmaktadır: Yıllarca ay küresinin yörüngesinde araştırma yapan Amerika’ya ait “Kelemnetayn” adlı uzay gemisi ay küresinin yüzlerce yıl önce iki eşit parçaya ayrıldığı ve sonra birbiriyle birleştiği neticesine ulaşmıştır. Bu Ürdünlü araştırmacı Nasa’ya bir rapor yollayarak Müslümanların bu vakıanın bin dört yüz öncesi gerçekleştiğine inandıklarını ve bunu “Ay'ın yarılması” adıyla Peygamber-i Ekrem’in (sav) bir mucizesi olarak telaki ettiklerini kendilerine bildirmiştir. Nasa kendi keşfi için hiçbir yorum ve açıklama bulamamıştır; zira bu nadir vakıa şimdiye dek hiçbir gök cismi hakkında vuku bulmamıştır.
 
43. Galaksiler yok. ???

43. Cevap:
Tost makinesi de yok. Peki neden buna "problem" demediniz?
Bunu zaten yine sormuştu, aynı mantık. 10. soruda cevabını verdik.

44. Evrenin nasıl oluştuğu tamamen yanlış anlatılıyor. ???

44. Cevap:
Hangi ayette yanlış anlatılıyor? Muhtemelen kendisi de bilmiyor ki ayeti belirtmemiş.

Başlangıç, Big Bang: 
Enbiya 30: "O inkar edenler görmüyorlar mı ki, göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?"
Ayet Big Bang'den bahsediyor. Mucizeye itiraz: "Gökler ve yer bitişik olmadı." Cevap: Sıcak ve yoğun bir noktadan yani tekillik noktasından başlayan hikayemizde, yerküremizin evrenin bir parçası, onunla aynı maddeden olduğunu dahi bilmiyorsunuz. Lütfen şu gavur icatlarını doğru düzgün kullanalım :D

Başlangıç:
Hud 7: "O'nun Arş'ı su üzerinde iken amel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O'dur..."
Ayetteki "su" yani "ma" kelimesinin sözlük anlamları şunlardır: su (water), sıvı (liquid, fluid), akışkan (fluently) (Hans Wehr, 4th edition, sayfa 1094 (toplam sayfa sayısı 1303) 
Bilim peki bu ayeti doğruluyor mu?
41 ülkede 1800 araştırmacının yer aldığı “ALICE Collaboration” grubunun “Large Hadron Collider”’ da yapmış olduğu parçacık çarpıştırma deneyinde Xenon çekirdekleri çok büyük hızlarda çarpıştırıldı. Bu deney ile evrenimizin ilk anları ile ilgili çok büyük bir keşfe imza atıldı.
Deney sonucunda ortaya çıkan sonuç şu: Evren Big Bang’den mikrosaniye sonra, daha atomlar oluşmadan önce (bildiğimiz hiçbir atom oluşmadan-hidrojen atomu dahi) akışkan sıvı halindeydi. Bu sıvıyı atomlar değil quarklar ve glüyonlar oluşturuyordu. Buna “Quark-Gluon Plasma” denildi.
Bilimsel kaynaklar: 
1-https://www.sciencedaily.com/releases/2018/10/181015113545.htm
2-http://www.sci-news.com/physics/fluid-quark-gluon-plasma-06511.html

Evrenin genişlediği bilgisi:
Zariyat 47: "Biz göğü 'büyük bir kudretle' bina ettik ve şüphesiz Biz genişleticiyiz." Mucizeye itiraz: "Elmalılı genişlik sahibi diyor. 1300 yıl da böyle anlaşıldı." Cevap: Elmalılı da tefsirinde bunda iki mana vardır diyor. Genişletmeyi "rızık" olarak anlamamızı söylüyor sadece. O da genişletmek anlamında olduğunu söylüyor. Asırlar önce genişletmek anlamında olduğunu söyleyen tefsirler: Taberi, Ebussuud, Fahreddin Razi, Beydavi, Vahidi, Ruhul Beyan, Maverdi, İbn Zeyd, İbn Arabi, İbn Kesir, Mukatil Süleyman, Zeccac, Suyuti. Bakın yazdım birçok kişi. Vesea = genişledi. Bunun ismi faili vasi = geniş olan (Müfredat) Vesea'nın if'al formu evsea = genişletti. Evsea'nın ismi faili musi = genişleten. Bunun çoğulu musiun = genişletenler. Yani anlamı "genişletenleriz"dir. Bu en açık anlamıdır ayetin. Gücü yetmek anlamında olsa vasi ya da kadir demeliydi.  

Bilime ters olmadığını, tam tersi müthiş uyduğunu gördük.

45. Dünyanın oluşumu bilime taban tabana zıt…

45. Cevap:
Nasıl zıt? Zıt olan ayeti belirtmemiş, çünkü öyle bir ayet yok. Sallamasyon iddia öne sürelim değil mi? Bilimle tamamen uyumludur. Ayetlere bakalım:

Fussilet 9-12: "De ki: "Siz mi yeryüzünü iki günde yaratanı inkar ediyorsunuz ve O'na eşler koşuyorsunuz? O alemlerin Rabbidir." Orada, üstünden ağır baskılar yaptı, orada bereketler meydana getirdi. Ve orada gıdalarını arayıp soranlar için dört günde eşit olarak takdir etti. Dahası, duman halinde olan göğe yöneldi. Sonra ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek, gelin!" dedi. Dediler ki: "İsteyerek geldik." Böylece onları iki günde yedi gök olarak tamamladı ve her göğe emrini vahyetti. Ve dünya göğünü lambalarla süsledik ve koruduk. İşte bu, güçlü olanın, bilenin takdiridir."

Ayetlerde Dünya’nın yaratılışından kabaca üçte birlik bir zaman diliminden sonra biyolojinin başladığı yani gıda üretim sürecinin başladığı anlatılıyor. Dünya’nın yaşı 4.5 milyar olduğuna göre kabaca 3 milyar yıl önce ilk canlılık başladığı anlamına geliyor. Bilim de bize Dünya’da ilk biyolojik faaliyetlerin yani yaşamın 3.2 milyar yıl önce başladığını açıklıyor. (2-3-4-5) Kuran Dünya’nın üçte birlik ömründen sonra hayatın başladığını söylüyor ve bilim de kabaca aynı rakamı veriyor. Verilen ayetlerde göklerin tabakalar halinde düzenlenmesi de iki gün olarak ifade ediliyor. Bugünkü atmosferin oluşumu da oksijen üretimiyle başladı. İlk oksijen üretimi de aşağı yukarı 3.2 milyar yıl önce başladığı tespit edilmiş. Fakat bu üretilen oksijen denizdeki demir tarafından oksidize edilerek bağlandığı için atmosfere bırakılmıyordu. (6) İki milyar yıl önce ise denizlerdeki demir rezervleri okside olmayı tamamlayınca artık oksijen atmosfere bırakılmaya başlandı. (7-8) Ayetlerde atmosferin süreç içinde tabakalaştığının söylenmesi de ilginç. Bilimsel olarak da Dünya’nın ilk zamanlarında atmosfer tamamen dumandan oluşuyordu ve biyoloji başlayıp oksijen üretimi tetiklendikten sonra zaman içinde atmosferde oksijen miktarı arttı ve atmosfer tabakaları bugünkü halini aldı. Ozon tabakasının en geç oluşan tabaka olduğu ve 600 milyon yıl önce oluştuğu bildiriliyor. (9-10) Kuran’daki 2 günlük zaman dilimi 6 günün üçte bir olduğu için, Dünya ömrünün 1.5 milyar yılına denk geliyor. Bugünkü atmosferin ilk oluşmaya başlaması ise 2 milyar yıl önce başlayıp son tabaka olan ozon ise 600 milyon yıl önce tamamlanıyordu. Yani bilimsel olarak da atmosferin tabakalara ayrılması kabaca 1.5 milyar sürmekte ve bu bilgi de Kuran’ın verdiği kaba istatistiki tarihleri doğrulamaktadır. Fussilet 11 ayetinde geçen gökyüzünün ilk başta duman halinde olduğunu belirtmesi de bilimsel gerçekleri tam yansıtıyor. Oksijen üretilmeden önce atmosfer volkan bacalarından çıkan dumandan dolayı tamamen zifiri duman idi. Bundan iki milyar yıl önce atmosfere oksijen girmeye ve duman ortadan kalkmaya başladı. (11) (1)

Kaynaklar:
1-https://www.bilimveyaratilisagaci.com/2021/07/dunya-6-gunde-mi-yaratildi-8-gunde-mi/ (Bu cevapta Bilim ve Yaratılış Ağacı'ndan genişçe yararlanılmıştır.)
2-http://www.sci-news.com/paleontology/science-life-earth-3-2-billion-years-ago-02506.html
3-https://lco.global/spacebook/astrobiology/when-did-life-develop-and-what-were-conditions-early-earth/
4-https://www.washington.edu/news/2015/02/16/ancient-rocks-show-life-could-have-flourished-on-earth-3-2-billion-years-ago/
5-https://time.com/3711556/environment-earth-nitrogen-study-science/
6-https://globalchange.umich.edu/globalchange1/current/lectures/Perry_Samson_lectures/evolution_atm/
7-https://link.springer.com/article/10.1007/BF00876630
8-https://news.mit.edu/2016/oxygen-first-appearance-earth-atmosphere-0513
9-https://eartharchives.org/articles/life-on-land-made-possible-by-ozone-layer/index.html
10-http://teachertech.rice.edu/Participants/louviere/history.html
11-https://web.archive.org/web/20180428092002/http://www.bbc.co.uk/schools/gcsebitesize/science/aqa_pre_2011/oils/changesrev5.shtml

46. Güneş dünyanın etrafında döner diyor. (Enbiya/33)

46. Cevap:
Enbiya 33: "Geceyi ve gündüzü, Güneş'i ve Ay'ı yaratan O'dur. Onların her biri kendi yörüngesinde yüzmektedir."

Bu ayette bahsedilen, Güneş'in bir yörüngesi olduğudur. Kendi yörüngelerinde gittiği söyleniyor. Dünya etrafında bir dönüşten bahsedilmiyor. Güneş de hareket eder! Güneş sistemimiz komple sistem olarak Samanyolu Galaksisi'nde belli bir yörüngede döner. Tam bir tur astronomide ''galaktik yıl'' diye de bilinir. Dikkat ederseniz ayet Güneş'in Dünya'nın etrafında döndüğünü söylemez. Ayette sadece Güneş'in de belli bir rotada hereket ettiği yazar. Bu ifade de hiçbir şekilde bilimle çelişmez. Arapça'da çoğul en az üçtür. Bu ayette "yüzmektedir" ifadesi çoğuldur. (يَسْبَحُونَ- yesbehune) Bu nedenle ayette bildirilen ve kendilerine ait bir yörüngede yüzen şeyler Güneş, Ay ile gece gündüze neden olan gök cismi, yani Dünya'dır.
Ayrıca Şems 1-4'te Güneş'in merkezde olduğu anlaşılıyor.
Şems 1-4: "And olsun, Güneş'e ve onun aydınlığına, ona tâbi olduğu zaman Ay'a, Onu ortaya çıkardığında gündüze andolsun, Onu örttüğünde geceye."
Açık bir şekilde görüyoruz ki gündüz ve gecenin oluşmasında Güneş’ten başka bir şey rol oynuyor. Bu şey her ne ise Güneş’in ışığını ortaya çıkarmakla, onu görünür hale getirmekle gündüzü oluşturuyor ve bu şey her ne ise daha sonra Güneş’in ışığını gizlemekle, perdelemekle, görünmez hale getirmekle geceyi oluşturuyor. Peki bu nedir? Şems 5-6'da yer ve gök deniliyor. Net bir şekilde görüyoruz ki gündüz ve gece Dünya sayesinde gerçekleşir. Ancak sadece Dünya sayesinde değil, onun yapmak zorunda olduğu bir hareketle gerçekleşir. Çünkü ayetlerden anlıyoruz ki gece ve gündüz ardı ardına gelmektedir. Bu da ancak Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönmesi ile mümkün olabilir. Dünya kendi ekseni etrafında dönmemiş olsaydı zaten Dünya’nın bir tarafı hep gece, diğer tarafı hep gündüz olmalıydı. Gece ve gündüz ancak Dünya'nın Güneş'i perdelemesi ile gerçekleşir. Aşağıdaki videoyu izlerseniz bu ayetlerin ne büyük bir bilimsel delil taşıdığını görürsünüz.

47. Allah pek çok ayette beddua ediyor, hatta bazılarında kendi kendine "Allah onları kahretsin" diyor. (Munafikun: 4), (Tevbe: 30)

47. Cevap:
Arapça'da dualar geçmiş zamanla ifade edilir. "Allah kahretsin onları" demek, azar ve yergi ifadesidir. Eğer "Allah onları kahredecek" denilseydi geleceğe dair bir vaad olurdu, ama Allah kahretsin onları sözü ise bir azarlamadır, yermedir ve muhtemelen bu kahrın başladığına ve devam edeceğine ve gelecekte vaad edilen bir olgu olmadığına işarettir. 

48. Kuran'da kadınlara hitap hiç yok. ???

48. Cevap:
Arapça'da tağlip sanatı vardır. Çoğunluğa seslenilir. Genelde erkeklere yönelik olan bir ifadeyle kadınları da hitap kapsamına alır. Bunun bir örneğini verelim: Tevbe 71: “Mümin kadınlar ve erkekler birbirlerinin dostlarıdırlar. Onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar” Mesela bu cümledeki “birbirlerinin” mânâsına gelen “badeHUM.. Badin/ض بع ..بعضهم “ ifadesi tamamen erkek zamiri ile gelmiş bir ifadedir. Ama görüleceği üzere, ayet kadına ve erkeğe karışık hitap ediyor. Bunun sebebi tağlip sanatıdır. Tağlip sanatını detaylı bir şekilde 64. iddiada da anlatacağım. Zaten işin cehalet boyutuna girmiyorum bile... Sıradan bir Arap'a bile “Kur'an'da kadına hitap yok” deseniz sadece güler. 😁 Erkeklere yönelik bir hitap ile her iki cinsiyete hitap ettiği ayet sayısı oldukça fazladır. Mesela “sadece benden korkun, namazı kılın, zekâtı verin secde edin, iyiliği emir edip kötülükten alıkoy, anaya babaya iyilik edin” tarzı ayetlerde emir şekilleri hep erkeklere yönelik gelmiştir. Ama tağlip vardır. Kuran’ın bazı ayetlerinde sadece kadınlara özel emirler olduğu için hitap kadınlaradır. Fakat Kuran tüm insanlara hitap ederken genel bir üslup olarak erkeklere hitap ediyormuş gibi görünür. Bunun sebebi, Kuran kullandığı dilin inceliklerine göre konuşur. Ve tağliptir. Fakat bu hitap tarzı sadece Araplarda bulunan bir ifade biçimi değildir. Türklerde veya diğer milletlerin günlük konuşmalarında da bir topluluğa seslenirken topluluğun erkeklerine seslenilerek konuşulması bir gelenektir.

Ahzab 35: "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min kadınlar, adanmış erkekler ve adanmış kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar, sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşulu erkekler ve huşulu kadınlar, sadaka veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, saim olan erkekler ve saim olan kadınlar, ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah'ı çok zikreden erkekler ve Allah'ı çok zikreden kadınlar; Allah, onlar için bağışlanma ve büyük bir ödül hazırlamıştır."

Ali İmran 195: "Ve Rab'leri, onlara cevap verdi: "Ben, sizden; erkek olsun, kadın olsun -ki hepiniz birbirinizdensiniz- iyi şeyler yapanların yaptıklarının karşılığını boşa çıkarmam." Onlar ki benim yolumda hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerdir. İşte bunların kötülüklerini örterim. Onların yaptıklarının karşılığı Allah'ın yanındadır. Kuşkusuz, onları içinden nehirler akan Cennetlere koyacağım. Karşılıkların en iyisi, Allah katındadır."

49. Bazı hayvanları hâkir görüyor ve kafirler için "aşağılık maymunlar" gibi çocukça hakaretler kullanıyor. (Bakara: 65), (Maide: 60)

49. Cevap:
Parantez içinde verilen ayetlerin konuyla alakası yok. Bu ayetlerde, cumartesi yasağını çiğneyen Yahudilerin maymuna dönüştüğü anlatılır. Tıpkı “ol der, hemen olur” ayetinde olduğu gibi, burada da onların maymuna (gerçekten) dönüşmesi anlatılıyor. Maide 60. ayette aynı durum “...Allah'ın maymunlar ve domuzlar yaptığı...”

50. Muhammed tanrılaştırılıyor. (Ahzab: 56)

50. Cevap:
Ahzab 56: "Şüphesiz, Allah ve melekleri Peygamber'e salat ederler. Ey iman edenler, siz de ona salat edin ve tam bir teslimiyetle ona selam verin."
Buradaki yüsallûne fiili ile sallû emir kalıbı, tıpkı Tevbe 103 ve Ahzab 43'teki ilgili kelimelerde olduğu gibi "yardım etmek, destek olmak" demektir. Bu anlamın delili Enfal 62'dir.
Enfal 62: "Eğer sana hile yapmak isterlerse, şunu bil ki Allah sana yeter. O, seni yardımı ile ve mü'minlerle destekledi."
Ahzab 43: "Allah ve melekleri, sizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size salat etmektedir. O, mü'minlere karşı çok merhametlidir."
Tevbe 103: "Onların mallarından sadaka al; bununla onları temizleyip arındırırsın. Ve onlara salli ol, kuşkusuz senin salatın onlara dinginlik verir. Allah, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Bilen'dir."

51. Bir ayette ganimetlerin tamamı peygamberin diyor, cihatçılar savaşı reddedince "ganimetlerin 5'te 1'i peygamberin" ayeti geliyor. (Enfal: 1-41)

51. Cevap:
Enfal 41'de ganimetin beşte birinin Allah yolunca harcanması, ve düşkünler ve yetimler için ayrıldığı söyleniyor. Gerisi canıyla İslam'ı ve insanları müdafaa eden gazilere ait. Fakat Enfal 1'de geçen "Ganimetler Allah'a ve Resulü'ne aittir." ifadesi ise ganimete sahip olmaktan değil, onları gazilere dağıtma işinin kime ait olduğundan bahsediyor. Enfal 1 ayetinin neden indiğini ve bahsettiği konuyu anlamak için tefsirlere başvuralım. Beydavi, Nesefi, Kurtubi, Razi, Elmalılı gibi bütün tefsirlere baktım. Hepsinde konu ve ayetin anlamı şöyle açıklanıyor: Bedir Savaşı'nda kazanılan ganimetin paylaşılmasında anlaşmazlık çıkmıştı ve bu durumu çözmek için Enfal 1 ayeti indi ve ayette ganimetlerin paylaştırılmasının Allah ve Resulü'ne ait olduğu söylendi. Bu ayet gelince Allah'ın Resulü ganimetleri kısa sürede paylaştırdı. Görüldüğü gibi bu ayet gelince ateistlerin anladığı gibi ganimetler Allah ve Resulü'ne kalmıyor, tam tersine insanlara paylaştırılıyor. Zaten bu inceliği bilen Elmalılı Hamdi Yazır da mealinde kelimeye bağlı kalarak değil de anlama bağlı kalarak şöyle meal vermiştir: "Sana ganimetlerin bölüştürülmesini soruyorlar. De ki: "Ganimetlerin taksimi Allah'a ve Resulü'ne aittir." İkinci olarak da burada ganimet olarak çevrilen enfal kelimesi nefl kelimesinin çoğuludur. Nefl ise bir iş başarana verilen hediyeler demektir. Yani ordu savaşı kazandığı için ganimettler onların hediyesidir, hakkıdır manası var. Kısaca: Enfal 1 ayeti ile ganimetlerin taksiminin Allah ve Resulü'ne ait olduğu söylenmiş, Enfal 41 ayeti ile de ganimetlerin beşte birinin Allah yolunda ve fakirler için kullanılması gerektiğini belirtmiştir. Ayetler arasında bir çelişki yok.

52. Peygamberin küçük karısı Ayşe'nin zina yapıp yapmadığına dair ayetler var. Entrikalar ve dedikodular da unutulmamış. (Nur: 11-12-13-14-15)

52. Cevap:
Ayetlerde entrika veya dedikodu anlatılmıyor. Kaldı ki, ayetlerin söylediği tüm şeyler evrensel. 11. ayette iftira atanların ceza alacağı, 12. ayette müminlerin böyle bir haber/dedikodu duyduğu zaman sadece, iyi bir zanda bulunmaları gerektiği, 13. ayette, namus iftirası atıldığı takdirde dört şahit istemeleri gerektiğini söylüyor. (Ki, bunu Nisa 15. Ayette de söyler) 14. ayette, bu yanlışlarına rağmen Allah'ın affetmiş olduğunu, 15. ayette, hakkında bilgi sahibi olmadıkları konuda sessiz kalmaları gerektiği, 16. ayette “bunu söylemek bize yakışmaz” diyerek, sessiz kalmaları gerektiğini 17. ayette de, yazdıklarımı destekleyerek buradaki uyarının, buna benzer herhangi bir durumda da müminlerin aynı hataya düşmemesi için bir uyarı verildiği yazıyor. Kur'an'da her ayet, bir olay üzerine inmiştir. Evrensel olduğu için “Ey falanca, sen bunu yap/yapma” demek yerine “Ey insanlar! Siz böyle yapmayın, bakın böyle yapanların sonucu nasıl oldu!” diyerek evrensel mesaj verir. Buradaki evrenselliği görmeyen kişilerin ateist olması normaldir. Ayette eleştiriye açık hiçbir şey yok.

53. Evrim hiç yok. ???

53. Cevap:
Bu tür soruların cevabı 10. soruda verildi.

54. İçki konusunda önce olumlu sonra olumsuz ayet geliyor. (Nahl: 67), (Bakara: 219), (Maide: 90-91)

54. Cevap:
Nahl 67: "Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır."
Bakara 219: "Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz."
Maide 90-91: "Ey iman edenler, içki, kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytanın işlerinden olan pisliklerdir. Öyleyse bun(lar)dan kaçının; umulur ki kurtuluşa erersiniz. Gerçekten şeytan, içki ve kumarla aranıza düşmanlık ve kin düşürmek, sizi, Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?"

Nahl 67'de içki olumlu bir şeymiş gibi anlatılmıyor. Nahl suresi Mekki bir sure olduğu için, bir hüküm değildir içki hakkında. Nahl suresindeki bu ayette bir durum tespiti vardır. Meyvelerden hem sarhoşluk veren şeyler üretildiğinden hem de güzel rızık üretildiğinden söz edilmektedir. İçki içmek helaldir diye bir ifade yoktur. Sadece bir durum tespiti söz konusudur.

55. Yahudi ve hristiyanları dost edinmemeyi emrediyor. (Maide: 51)

55. Cevap:
Maide 51'de el-yehuda ve el-nasara olarak geçiyor Yahudi ve Hristiyanlar. Baştaki el takısı onların belirli bir sınıf olduğunu gösterir. Bu sınıf ise Müslümanlara zulmedenlerdir. Buna birkaç delil getirelim.
1. Aynı ayette: Allah zulmedenleri hidayete erdirmez diyor.
2. Ankebut 46'da zulmedenler hariç Ehl-i Kitap'la en iyi şekilde mücadele edin
diyor.
3. Mümtehine 8-9'da Allah sizinle savaşanlarla dostluk kurmanızı yasaklamıştır
diyor.

56. Kadınlara "TARLA" diyor. (Bakara: 223)

56. Cevap:
Açık bir soru soracağım. Niye bir aşağılama olsun? Kadına tarla demek yasak mı? Bugün, erkekler hanımlarına "gülüm" demiyor mu? Diyor. Biz aşağılama olduğunu söylüyor muyuz? Hayır, peki niye? Çünkü bu bir aşağılama olmayıp tam tersi bize göre onun değerini göstermek için söyleriz. 1400 yıl önce, çölün ortasında toprak kadar değerli bir şey yoktur. Toprak çok az bulunmaktadır, çok az ağaç vardır Arabistan’da. Allah onlara tarla diyerek onların değerini söylemiştir. Nitekim tarla lafzı Arap dilinde bereketin, doğurganlığın, analığın simgesi ve deyimidir. Tıpkı Cengiz Aytmatov’un “Toprak Ana” romanındaki gibi ananın toprakla toprağın ana ile bir deyim olarak buluşması gibi. Toprak olmazsa ekin olmaz, hasat olmaz, hayat olmaz. Toprak hayatın kaynağı, ekosistemin temelidir. Ama ayette genel anlamda toprağa değil de “ekin ekilen toprağa” benzetmesi ile aslında en doğru benzetme olmuş. Bildiğiniz gibi toprak sadece ekin için kullanılmaz. Ekin ekilen toprağın genel olarak topraktan farkı ise ona özel bir değer verilmesidir. Şöyle ki; ekin ekilen toprağa sadece tohum atmak ile iş bitmiyor. O toprağa değer vermen, onunla ilgilenmen, vakit harcaman, zararlı otlardan ve canlılardan koruman gerekiyor. Bu yönden bakınca inkarcıların saptırmalarına karşın ayette kadına değer ve cinsel birleşmenin çok nahif bir edebi sanat ile ifade ettiğini görüyoruz. Yani basitçe şu denilmek isteniliyor: O tarlaya nasıl bakıyorsan öyle bir sonuç verir. Yani iyi davranırsak güzel sonuç verir, kötü davranırsak tam tersi. Yani bu kadına güzel davranmaya teşviktir.

57. Peygamberler arasında fark olmadığını söyleyen ayet ve Muhammed'in en değerli peygamber olduğunu söyleyen başka bir ayet var.

57. Cevap:
Hayır, öyle bir ayet yok. Bu ateistler kaynak belirtmeden konuşmayı çok seviyorlar.

58. İyilik ve kötülüğün Allah'tan geldiğini söylüyor, sonra iyilik Allah'tan kötülük senden diyor.

58. Cevap:
Yine ayeti belirtmemiş lakin bahsettiği Nisa 78-79 olabilir. Nisa 78'de iyilik de kötülük de indallah'tan diyor, Nisa 79'da iyilik minallah'tan, kötülük minallah'tan değil deniyor. Dolayısıyla bir çelişki yok. Mealde açık bir çelişki gibi görünen durum mealcilerin gözünden kaçırdığı bir detay. İndallah, Allah'ın katından demektir. Minallah Allah'tan demektir. Ayrıca 78. ayette muhatap insanlarken, 79. ayette muhatap Hz. Muhammed'dir. Yani bir çelişki yoktur.

59. Uzaya çıkmayı imkansız görüyor. (Rahman: 33)

59. Cevap:
Rahman 33: "Ey cin ve insan toplulukları, eğer göklerin ve yerin bucaklarından aşıp geçmeye güç yetirebilirseniz, hemen aşın; ancak 'üstün bir güç' olmaksızın aşamazsınız."
Ayette "üstün bir güç olmaksızın aşamazsınız" denmektedir. Aşamazsınız değil. Kuran’la mübarezeye çıkmış ateist ve deistler o zamanda yaşasaydı ve Kuran’ın bir benzerini yazmaya çalışsalardı Allah adına çok iddialı laflar kullanır ve göklerin sınırlarının aşılmaya insan gücünün yetmeyeceğini söylerlerdi. Çünkü o zamanda insan göklere karşı çok acizdi ve insan gayretiyle göklere yaklaşmanın bir yolu yoktu. İnsanın kendi çabalarıyla uzaya çıkması mantıksızdı. Evet, eğer Kuran bir insan yapımı olsaydı ikinci cümleyi yani “üstün bir güç olmaksızın sınırları aşamazsınız” cümlesini eklemeyecekti. O zaman da birinci cümleden sanki Kuran göğe çıkamayacağımızı söylediği anlaşılmış olacaktı. Fakat göğe çıkabilmenin mümkün olduğunu eklemesi, insan sınırlarının ötesinde bir bilgidir. Bu yönüyle ayet açık bir mucizedir.

60. Ay'ı nur kaynağı olarak nitelendiriyor, güneşin ışığını yansıttığını bilmiyor. (Yunus: 5), (Nuh: 16)

60. Cevap:
Aksine, bu ayetler Ay'ın, Güneş'ten aldığı ışığı yansıtmada olduğunu kanıtlıyor. İsterseniz, bir Arapça Kur'an sözlüğü olan 10.yüzyılda yazılmış Ragıp İsfahani'nin sözlüğü Müfredat konuşsun: 
Kaynak: Müfredat T-L-V Maddesi: 
"Ardından gelmekte olan Ay'a (Şems 2) Burada örnek almak, uymak ve makamına tabi olmak anlamında kullanılmıştır. Bunun böyle olmasının nedeni, Ay ışığını Güneş'ten alır ve Güneş için halife konumundadır denmesindendir. Deniyor ki, Yüce Allah: "Gökte burçları var eden, onların içinde bir kandil (Güneş) ve nurlu bir Ay barındıran Allah yüceler yücesidir." (Furkan 61) ayetinde buna dikkat çekilmiştir. Burada Güneş'in bir lamba konumunda olduğu, Ay'ın ise ondan alınan bir ışık konumunda olduğunu bildirmiştir. Yüce Allah Yunus 5'te buna işaret eder." 
Bir Arap dil alimi bile bu ayetten bu sonucu çıkardığına göre iddia geçersizdir. Kur'an'a göre Ay, Güneş'in ışığını yansıtır. Ayrıca farz edelim ki, bu ayetlerde denildiği gibi, Ay'ın bir yansıtıcı değil de, ışık kaynağı olduğu yazıyor olsun. Neyi ispat eder? Geceleyin insanlar için bir ışık kaynağı ay olmuştur. Ay ışığını Güneş'ten alsın veya almasın, sonuçta insanlar için bir ışık kaynağı konumundadır. Ki, aslen böyle olmadığını üstte verdiğim bilgiler doğruluyor. Eski tefsirciler de böyle anlamışlar, örneğin Beydavi der ki: "Nur, dolaylı ışıktır."

61. Büyük patlama ile ilgili hiçbir bilgi geçmiyor. ???

61. Cevap:
Enbiya 30: "O inkar edenler görmüyorlar mı ki, göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?"
Ayet Big Bang'den bahsediyor. Mucizeye itiraz: "Gökler ve yer bitişik olmadı." Cevap: Sıcak ve yoğun bir noktadan yani tekillik noktasından başlayan hikayemizde, yerküremizin evrenin bir parçası, onunla aynı maddeden olduğunu dahi bilmiyorsunuz. Lütfen şu gavur icatlarını doğru düzgün kullanalım :D

62. Köleyle hür bir tutulur mu, diye insanları ayrıştırıyor. (Nahl: 75)

62. Cevap:
Nisa 25 “...Hür ve köle...hepiniz birbirinizdensiniz...”Ayette hür ve köle kadınlar ile evlilikten bahsedip devamında “hepiniz birbirinizdensiniz” diyerek, her iki tarafın da insanlık bakımından eşit olduğu söylenir.
Nahl 75’i bir örnekle açıklayalım.
Siz eşitliği savunan birisi olarak bir şirkete gidiyorsunuz.
Şirkette patrona “Hiç işçi ile patron bir olur mu?” diyorsunuz.
Bu sizin insanlar arasında ayrım yaptığınızı mı gösterir? Yoksa bulunduğunuz ortamda, kişilerin sahip olduğu imkanın farklılığından mı bahsettiğinizi gösterir? Tabii ki ayrım yaptığınızı değil, imkan farklılığından bahsettiğinizi gösterir. İnsanlık bakımından hür ve köle arasında hiçbir farkın olmadığını, yukarıda gösterdiğimiz Nisa 25 ayeti gösteriyor.

63. Konuşan karınca, ejderha, vs masalsı anlatımları var. (Neml: 18), (Araf: 107)

63. Cevap:
Hayvanlar arasında iletişim olduğu, bilhassa karıncaların kendi aralarında bir çeşit iletişimi olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. (Kaynak: Bert Holldobler & Edward O. Wilson (1990) “The Ants”) Durum bu iken, nasıl “masal” diyoruz? Ayrıca mucizevi olaylar var diye, 1400 yıl öncesinden kozmoloji doğa ve yaratılış hakkında o kadar çok konuşup bulunduğu çağın yüzlerce yanlış bilgisine rağmen günümüz bilimine zıt herhangi bir ayeti olmayan aksine isabetli ve bağdaşabilen ayetleri olan bir kitap olarak bize mucize sunan bir kitabın (Kur'an'ın) masal olduğunu iddia etmek mantık hatasıdır. Eğer, kitabın kendisini ispatlayan kanıtları olmasaydı, mucizevi olaylar olsun olmasın, yine inanmamak için bir kanıt teşkil etmezdi. Mucizelerde bilimsellik aranmaz, Allah fizik kurallarını bir anda durdurup mucize yapabilir, bunda bilime ters bir şey yoktur. Ayrıca, Araf 107'de geçen ejderha bizim masallarda duyduğumuz ağzından ateş püskürten ejderha değil. Su'ben kelimesi, uzun, devasa bir yılan anlamına gelir. (Mütercim Asım: El Kamus'ul Muhiyt)

64. İblis için bir ayette melek, diğerinde cin diyor. (Kehf: 50), (Bakara: 34)

64. Cevap:
Ayetin Arapça'sında İblis'in melek olduğu kesinlikle anlaşılmıyor. 2:34 ayeti Türkçe'de yanlış anlaşıldığı için, çelişki iddia ediliyor. Bu ayette Arapça'da tağlib sanatı diye bilinen bir dil kullanımı mevcuttur. Bu sanata göre, çoğunluğa hitap edilir, azınlığı belirtmeye gerek yoktur. Örneğin bir sınıfta 30 öğrenci varsa ve bu 30 öğrencinin arasında yalnızca bir kız varsa, öğrencilerin ayağa kalkmasını istediğimizde “Bütün erkekler ayağa kalksın.” demek yeterlidir. Yani Arapça'daki bu sanata göre o tek kızı ayrı belirtmeye gerek yoktur. Bu, dilde kolaylık sağladığı için Araplar literatüründe yerini almıştır. Bu sanatın kullanımı İslam öncesine dayanmaktadır. Birazdan Kuran'dan önce de bu sanatın kullanıldığına dair örnekler sunacağız. Yukarda verdiğimiz örnekte olduğu gibi bu ayette İblis'i ayrı belirtmek gerekmiyor. Dolayısıyla bu ayetten İblis'in melek olduğu anlaşılmıyor. Zaten Kehf 50'de de ilk başta “meleklere seslenildi” deniyor, ama devamında, “o cinlerdendi” deniyor ve açıkça İblis'in cin olduğu ifade ediliyor. 7. surede iki tane ardı ardına inen ayetlerde meleklere hitap edilmesinden, İblis'in melek olduğunun kesinlikle çıkarılamayacağı anlaşılıyor. Ayetler:

“Andolsun, biz sizi yarattık, sonra size suret verdik, sonra meleklere: “Adem'e secde edin” dedik. Onlar da İblis'in dışında secde ettiler; o, secde edenlerden olmadı. (Allah) Dedi: “Sana emrettiğimde, seni secde etmekten alıkoyan neydi?” (İblis) Dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” Kuran 7:11-12

Bakın ilk ayette meleklere hitap arasında İblis de vardır. Hemen sonraki ayette bu konuda devam ederken İblis'in meleklerden farklı olduğu anlaşılıyor, çünkü İblis, “beni ateşten yarattın” diyor. Halbuki ayete göre melek olsaydı İblis'in nurdan yaratıldığını söylemesi beklenmez miydi? Ateşten yaratılan, cinlerdir, melekler değil. (15:27) Melekler nurdan yaratılmıştır. (Riyâzu's Sâlihîn 1846, (Kitap 18, Hadis 39) Yani Kuran'ın yazarının meleklere hitap ederken İblis'in melek olmadığının farkında olduğu bariz şekilde ortadadır. Ayrıca bir sonraki ayet bile olsa 11. ayette cümlenin bitmediğine de dikkat edin. Çünkü 12. ayet direk “Allah dedi ki” (Kâle) diye başlıyor. Ateistlere burada sorabiliriz: Aynı cümle içinde çelişki olması mantıklı mıdır? Bunun bir çelişki olması mı daha mantıklıdır yoksa bunun bir hitabet sanatı olduğu mu? Şimdi size bunun bir hitabet sanatı olduğunu gösterelim. Tağlib sanatı: Kendilerinde tağlib yapılacak iki şeyden birisinin diğerine tercih edilmesi ve onlardan tercih edilen şeyin lafzının her ikisi için de kullanılmasıdır. (Hüseyin Küçükkalay, Kur'an Dili Arapça, Konya 1969, s. 320) Arap dilinde çok kullanılan tağlib birçok belagat kitabında da işlenmiştir. Bu edebi sanat Arap dilinde çok kullanıldığından dolayı, zamanla Türk diline de geçmiş ve eski Türkçe eserlerde de kullanılmıştır. (Tahirü'l-Mevlevl, Edebiyat Lugatı, İstanbul 1994, s. 140; Hikmet Ademir, Belağat Terimleri Ansiklopedisi, İzmir 1999, s. 320; Cüneyt Eren-Halil Özcan, Kur'an-ı Kerim'de Edebi Sanatlar, Erzurum 2033, s.142)

İslam öncesi kullanımlarına örnekler:

65. Mahşerde Allah şefaat etmez diyen ayet de var, eder diyen de. (Bakara: 48), (Zuhruf: 86), (Necm: 26), (Zümer: 43)

65. Cevap:
Zuhruf 86: "O'nun dışında taptıkları şefaatte bulunmaya malik değildirler; ancak kendileri bilerek hakka şahidlik edenler başka."
Bakara 48: "Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının."
Necm 26: "Göklerde nice melekler vardır ki, onların şefaatleri hiçbir şeyle yarar sağlamaz; ancak Allah'ın dileyip razı olduğu kimseye izin verdikten sonra başka."
Zümer 43: "Yoksa Allah'tan başka şefaat ediciler mi edindiler? De ki: "Ya onlar, hiçbir şeye malik değillerse ve akıl da erdiremiyorlarsa?"

Zümer 43 putlardan bahsediyor, sonraki ayet Zümer 44 şöyle der: "De ki: "Şefaat etme tamamıyla Allah'ın elindedir. Göklerin ve yerin egemenliği yalnızca O'na aittir. Sonra O'na döndürüleceksiniz."
Yani Allah'ın izniyle olabilir. Bu ayeti anladık diğer 3 ayet arasındaki çelişki iddiasına cevap verelim.

Bu ayetleri şu 2 cümledeki gibi düşünebiliriz:
1-Adem, bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin. (Tevrat, Yaratılış 2:16)
2-Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. (Tevrat, Yaratılış 2:17)

Gördüğünüz gibi ilk cümle genel kuralı söylüyorken, ikinci cümle buna istisna getiriyor.
Bu bir çelişki mi? Hayır. Aynı şekilde Necm 26, Zuhruf 86 yine kimsenin şefaat edemeyeceği genel kuralını hatırlatarak ayet başlıyor fakat araya “illa” bağlacı ekleyip bunun sizin isteğinizle değil ancak Allah’ın isteği ile olacağını belirtiyor. “İlla” kelimesi Türkçe de ki “şunlar hariç” sözcüğü gibi bir zıtlık bağlacıdır ve genel kaideye getirilen istisnaları belirtmek için kullanılır.

Yani bu ayetleri şu iki cümleye benzetelim:
--Hz. Adem Cennet'teki ağaçlardan istediğinin meyvesini yiyebilir. (genel kural)
--Ama iyiyle kötüyü bilme ağacı başka. (istisna)

Bu çelişki mi değil. Ayrıca Bakara 254'te yine şefaat olmayacak diyor. Bakara 255'te ise "izin almadan şefaat olmayacak" diyor. Bakın 254 genel kuralı söylüyor, 255 de istisna belirtiyor. Hadi Hz. Muhammed'e haşa yalancı peygamber gözüyle bakalım. Aynı cümlede çelişki olur mu? Hayır. Bakara 254 genel kuralı söylüyor, 255 de istisna belirtiyor.
Ahirette şefaat var mıdır sorusunu bana sorarsanız tıpkı ayet gibi cevap veririm. Yoktur ama Allah dilediği kişiler için bunu sağlayabilir.

66. Hayvan, bitki, coğrafi şekil ve besinler Ortadoğu’ya özgü. ???

66. Cevap:
Bu tarz sorulara 10. soruda cevap verildi.

67. Bir ayette vasiyet şart, diğerinde değil. (Bakara: 180), 

67. Cevap:
Hangi ayette değil? Bu ateistler kaynaksız konuşmayı çok seviyorlar.

68. Allah, Muhammed'e salat ediyor. (Ahzab: 56)

68. Cevap:
Bunu 50. soruda yine sormuştu. Cevabı oradadır.

69. Kıble önce Kudüs'ken Yahudiler itiraz ettikten sonra Kabe oluyor. (Bakara: 144)

69. Cevap:
Yahudilerin itirazı ile alakası yoktur. Şu ayete bakalım: 
Bakara 143: "Sizi insanlara şahitler olasınız, Elçi (resul) de size bir şahit olsun diye, böyle orta bir toplum yaptık. Eskiden üzerine bulunduğun kıbleyi ancak, topukları üzeri geriye dönen kimselerden, Elçiye (Resule) bağlı kalan kimseleri, bilmek için yaptık. Bu büyük bir olaydan başka bir şey değildir. Ancak kendisine Allah'ın hidayet gösterdiği kimseler hariç, (onlara zor gelmez). Allah, inancınızı zayi edecek değildir. Kesinlikle Allah, Merhametli'dir, Rahim'dir." 

Ayet, kıble değişikliğinin sadece inananları ortaya çıkarmak için yapılan bir imtihan olduğunu söylüyor. Yani, inandığını iddia edenler, sözde değil özde inanıyor ise, inançlarını eylemleri ile doğrulaması gerekiyor. Ayet bunu net bir biçimde ifade etmiştir.

70. Cehennemde Ebu Cehil'e düello teklif ediliyor. (Alak: 13-19)

70. Cevap:
Bu ayetlerin iniş sebebi şudur: İbn Abbas anlatıyor: "Hz. Peygamber (asm) Namaz kılıyordu. Ebu Cehil yanına gitti ve “Sana böyle bir şey yapma (namaz kılma) demedim mi?” diye onu tehdit etmeye başladı. Hz. Peygamber (asm) namazını bitirince, Ebu Cehil’e döndü ve ağır sözlerle onu azarladı. Bunun üzerine Ebu Cehil: “Sen çok iyi bilirsin ki, bu vadide benden daha kalabalık aşiret sahibi yoktur.” demek suretiyle tehditlerini sürdürmeye devam etti. Bu olay üzerine ilgili ayet indi: “Sen adamlarını çağır! Biz de zebanileri çağıracağız.”

71. Rahman suresinin 31 ayeti plak takılmış gibi aynı cümleyi yazıyor. (Özellikle bakınız..)

71. Cevap:
Edebiyat bilmek de önemli tabii ki, aksi takdirde bir şairin sadece tebessüm edeceği türden bir eleştiri yaparsınız... Buna “tekrir sanatı” denir. Arapça pek çok şiirde bu sanat uygulanır. Aynı cümle, bu sanatı uygulamak için tek şiir içinde defalarca kez tekrar edilir. Edebiyatçı hiçbir insan “bozuk plak gibi aynı şeyi tekrar ediyor” demez. Kur'an, indiği dönemde şairlere edebiyatı ile meydan okuduğu için, her türlü söz sanatını uyguluyor. Bunu eleştiren insanların en azından Google'a “Tekrir sanatı nedir?” diye yazmasını rica ediyorum.

72. Her şeyi bilen Allah kıyamet saatini meleklerden öğreniyor.

72. Cevap:
Ayet belirtilmemiş.

73. Cennette kadınlar için vadedilen hiçbir şey yok. ???

73. Cevap:
Tur 24: "Sedefleri içine gizlenmiş inci gibi gılmanlar, hizmet için çevrelerinde
dolanırlar."

İnsan 21: "Üstlerinde zarif ve yeşil, kalın ipekten bir elbise vardır. Gümüş bileziklerle
süslenmişlerdir. Rableri onlara temiz bir içecek içirmiştir."

Fatır 33: "Onlara Adn cennetleri vardır. Onlar oraya gireceklerdir. Orada altın
bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada elbiseleri de ipektir."

Zuhruf 71: "Onlar için altın tepsiler ve kadehler dolaştırılır. Canlarının istediği ve
gözlerinin hoşlandığı her şey oradadır."

Mümin 40: "Kim bir kötülük yaparsa, ona yaptığının karşılığından fazlasıyla karşılık
verilmez. Erkek veya kadın, her kim mü'min olarak salihi yaparsa, işte onlar hesapsız
şekilde rızıklanmak üzere Cennet'e girerler."

Nisa 124: "Erkek ve kadın; her kim mü'min olarak salihatı yaparsa, işte onlar
Cennet'e gireceklerdir. Ve onlara zerre kadar haksızlık edilmeyecektir."

Tevbe 72: "Allah, mü'min erkeklere ve mü'min kadınlara, içinden ırmaklar akan,
içinde sürekli kalacakları Cennetler ve Adn Cennetlerinde temiz yerleşim yerleri söz
verdi. Allah'ın razı olması ise daha büyüktür. İşte büyük başarı budur."

Nahl 97: "Erkek ve kadın, mü'min olarak kim salihatı yaparsa, ona hoş, temiz bir
hayat yaşatırız. Kesinlikle yaptıklarının karşılığını daha iyisiyle veririz."

Ahzab 35: "Müslüman erkekler ve Müslüman kadınlar, mü'min erkekler ve mü'min
kadınlar, adanmış erkekler ve adanmış kadınlar, sadık erkekler ve sadık kadınlar,
sabreden erkekler ve sabreden kadınlar, huşulu erkekler ve huşulu kadınlar, sadaka
veren erkekler ve sadaka veren kadınlar, saim olan erkekler ve saim olan kadınlar,
ırzlarını koruyan erkekler ve ırzlarını koruyan kadınlar ve Allah'ı çok zikreden erkekler
ve Allah'ı çok zikreden kadınlar; Allah, onlar için bağışlanma ve büyük bir ödül
hazırlamıştır."

Ahzab 73: "Ki Allah, münafık erkekleri ve kadınları; müşrik erkekleri ve kadınları
cezalandıracak ve Mü'min erkeklerin ve kadınların tevbelerini kabul edecektir. Allah,
Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir."

Hadid 12: "O gün, mü'min erkekleri ve mü'min kadınları, nurları önlerinde ve
sağlarında olduğu halde koşarlarken göreceksin. Bugün müjdeniz; içinde sürekli
kalacağınız, içinden ırmaklar akan Cennetlerdir. İşte bu büyük kurtuluştur."

Hadid 18: "Sadaka veren erkeklerin, sadaka veren kadınların ve Allah'a iyi bir ödünç
verenlerin, verdikleri katlanarak geri ödenir. Ve ayrıca onlar için çok şerefli bir ödül
vardır."

Ali İmran 195: "Ve Rab'leri, onlara cevap verdi: "Ben, sizden; erkek olsun, kadın
olsun -ki hepiniz birbirinizdensiniz- iyi şeyler yapanların yaptıklarının karşılığını boşa
çıkarmam." Onlar ki benim yolumda hicret edenler, yurtlarından çıkarılanlar, yolumda
eziyet görenler, savaşanlar ve öldürülenlerdir. İşte bunların kötülüklerini örterim.
Onların yaptıklarının karşılığı Allah'ın yanındadır. Kuşkusuz, onları içinden nehirler
akan Cennetlere koyacağım. Karşılıkların en iyisi, Allah katındadır."

74. Hayvanları yük taşıma, öldürüp yeme ve ulaşım aracı olarak görüyor, evrimden alakasız.

74. Cevap:
İddia saçma. Hayvanların insanlara yararından ve nimet oluşundan bahsediyor.

75. Bazı ayetler daha Muhammed zamanında hükmünü yitiriyor ama hala duruyor.

75. Cevap:
Kur'an, Hz. İbrahim'in evine gelen misafirlerin yanında eşinin ve kendisinin tutumunu, aynı şekilde, Lut'un tutumunu, diğer peygamberlerin herhangi bir olay karşısında tutumunu, bize anlatır. Bu ayetlere karşı “hükmünü yitiriyor, şu an İbrahim yok o halde bu ayetler hükümsüz” demek saçmadır. Çünkü bu ayetler de bize ders verilir.

76. Peygambere soru sormak için sadaka vermek emrediliyor. (Mücadele: 12)

76. Cevap:
Mücadele 12-13 ayetlerinde “sadaka” diyor “ücret” değil. Hz. Muhammed'in ücret almadığı Yusuf 104, Yasin 21, Şura 23, Tur 40, Kalem 46 ayetlerinde yazılıdır. Bu ayetin amacı, gereksiz detay sorma hastalığına son vermektir. Bu sebeple sadaka verilmesi emir ediliyor. Aynı zamanda inananların samimiyetini doğrulamak için bu emir veriliyor. Zaten 13. ayette veremeyen kişilere bir sorumluluk olmadığını ve Allah'ın affetmiş olduğunu bildiriyor.

77. Cennetin genişliği ayetlerde farklı anlatılıyor. (Hadid: 21), (Ali İmran: 133)

77. Cevap:
Hadid 21: "...genişliği gökle yerin genişliği gibi olan cennete koşun!" 
Ali İmran 133: "...genişliği göklerle yer kadar olan Cennet'e koşun!" 
Birinde gökler çoğul, diğerinde tekil kullanılmış. Bunda çelişki yoktur. Çünkü "sema" cins isim olduğu için, çoğul manasını da vermektedir. Türkçe'de de bunu görüyoruz, bazen "gök" bazen de "gökler" diyoruz ve aynısını kastediyoruz.

78. Dünya kainattan daha önce yaratıldı diyor. (Fussilet: 9-12)

78. Cevap:
Fussilet 9-12'de göğü Dünya'dan sonra tamamladı diyor, yarattı değil. Yani gök vardı, Allah yeryüzünü yarattı ve sonra göğü tamamladı.
Fussilet 9-12: "De ki: "Siz mi yeryüzünü iki günde yaratanı inkar ediyorsunuz ve O'na eşler koşuyorsunuz? O alemlerin Rabbidir." Orada, üstünden ağır baskılar yaptı, orada bereketler meydana getirdi. Ve orada gıdalarını arayıp soranlar için dört günde eşit olarak takdir etti. Dahası, duman halinde olan göğe yöneldi. Sonra ona ve yeryüzüne: "İsteyerek veya istemeyerek, gelin!" dedi. Dediler ki: "İsteyerek geldik." Böylece onları iki günde yedi gök olarak tamamladı ve her göğe emrini vahyetti. Ve dünya göğünü lambalarla süsledik ve koruduk. İşte bu, güçlü olanın, bilenin takdiridir."

79. Rüzgar olmasa gemiler durur diyor. (Şura: 33)

79. Cevap:
Bu ayette bahsedilen, gemiler değil dalgalardır. Arapça’da gemi sefinet veya fuluk kelimesiyle ifade edilir. Arapça metnine bakabilirsiniz öyle bir ifade geçmez. Mealciler kendi anladıkları kadarıyla buraya parantez içinde “gemi” ifadesini ekliyorlar. Halbuki denizde dağlar gibi akıp gidenler ve rüzgara bağlı olanlar dalgalardır. Zaten mantıksal açıdan: O dönemde kürek vardı. Birisi çıkıp “Ey Muhammed! Rüzgar olmazsa kürek var.” diyemez miydi?

80. Boşanma konusunda kadını 3 kez boşayıp başkasıyla evlendirip boşarsan tekrar sana helaldir gibi garip bir mantığa sahip. (Bakara: 230)

80. Cevap:
Kadının sık sık boşanıp evliliğin oyun haline dönüştürülmesini engellemek için konulmuş bir tedbir olmasın sakın?

81. Göklerle yer bitişikken onları ayırdığını iddia ediyor. (Enbiya: 30)

81. Cevap:
Sıcak ve yoğun bir noktadan yani tekillik noktasından başlayan serüvenimizde, yerküremizin de evrenin bir parçası, onunla aynı maddeden olduğunu dahi bilmiyorsunuz. Ayet Big Bang'i tam tarif ediyor.

82. Diğer kitaplar gibi varlığına kanıt olmayan Nuh'un gemisi efsanesini anlatıyor. (Muminun: 27), (Hud: 37-38-42-44), (Araf: 64), (Yunus: 73), (Şuara: 119), (Ankebut: 15-65)

82. Cevap:
Tufanın jeolojik kanıtının olmaması onun gerçekleşmediği anlamına gelmez. Sadece okyanuslarda yaşayabilen canlıların fosilleri Himalayalar’ın tepelerinde bulunmuştur. Bunların nasıl oralarda bulunduğunu açıklayabilecek hiçbir teori yoktur.

83. Mekke'de ayetler barışçılken Medine'de Muhammed güçlenince vahşi ayetler geliyor. (Kafirun: 6), (Tevbe: 29)

83. Cevap:
Medine döneminde, peygamberin güçlü olduğu dönemde inmiş ayetlere örnekler:
Mümtehine 8: “Allah sizi dini uğrunda öldürmeyen ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve adil davranmanızı yasaklamaz”
Enfal 61: “Onlar barışa yanaşırlarsa, sende barışa yanaş”
Bu ayetler Medine döneminde inmiş olarak ateistlerin bu iddiasını çürütüyor. İslam’da savaş ve barış, şartlara göredir; güce göre değildir!
Hac 39: “Zulme uğradıkları için savaşa müsaade edildi.” 
Bu ayet İslam’daki savaşınmantığını özetliyor. Savaş sadece savunma amaçlıdır:
Bakara 190: “Size savaş açanlara karşı savaşın haddi aşmayın.”

84. Muhammed'in "sapık" olmadığını savunan ayet var. (Araf: 61)

84. Cevap:
Bay ateist çevirilerdeki sapık veya sapkınlık kelimesini hayal dünyasındaki sapıklarla karıştırmış ama buradaki sapkınlık yoldan çıkma demektir. Müşriklerin “o sapıtmış” iddialarına karşın Allah böyle söylemesini ve oynadıkları algı oyununu bozuyor.

85. Gece ve gündüz bilimsellikten çok uzak anlatılıyor.

85. Cevap:
Hangi ayetten bahsettiği belli değil. Muhtemelen kendi de bilmiyor. Kuran’da gece gündüz bilimle tam uyumludur. Mesela gündüz ve Güneş ayrı belirtilir. Güneş'in gündüzden ayrı belirtiliyor olmasının sebebi gündüz olması için sadece Güneş'in varlığının yeterli olmamasıdır. Güneş aslında zaten hep var. Buna rağmen Dünya'nın yarısı karanlıktır. Yani gündüzün varlığı, hem Güneş'e hem de Dünya'nın kendi ekseni etrafında dönüşüne bağlı. Bu durumda Güneş tek başına nimet olma özelliği taşımıyor. Bu yüzden ayet hem Güneş'i hem de gündüzü ayrı belirtiyor. Peki Kur'an'ın yazarı haşa Allah değilse, ve Dünya'yı düz sanmışsa (ateistlere göre), bunu nasıl açıklarlar?

86. Mikail'in meteorolojiden sorumlu olduğu söyleniyor ama trilyonlarca gezegen var.

86. Cevap:
404 NOT FOUND. Diyorum sadece :) Kuran'da Mikail'in görevinden bahsedilmez. Mikail'den bahseden tek ayet şudur: 
“Kim Allah’a, meleklerine, peygamberlerine, Cebrâîl’e ve Mîkâîl’e düşman ise, şüphesiz Allah da o kâfirlerin düşmanıdır.” (Bakara, 98) 
Hem öyle olsa bile bunda bir sıkıntı yok. Mikail tüm evrenin doğa olaylarını düzenleyemez mi? Ne var bunda.

87. Tatlı suda mercan ve inci yetişebileceği anlatılıyor. (Rahman: 19-22)

87. Cevap:
Bu ayetlerde bahsedilen birbirine karışmayan denizler, tatlı su ve tuzlu su denizleri değildir. Çünkü öyle bir ifade yok. Burada tatlı suda mercan yetişir mi diye bir soru sormak anlamsızdır. Hadi diyelim tatlı sudan bahsediyor, o zaman da hatalı olmazdı. Tatlı suda inci yetişir ama mercan yetişmez. Diyelim ki benim Bursalı ve Malatyalı bir arkadaşım var ve bana hediye getirdiler. Bursalı arkadaş şeftali getirdi, Malatyalı arkadaş da kayısı. Şimdi ben desem "onlardan şeftali ve kayısı aldım" bu söz hatalı mı? Hayır, birinden şeftali diğerinden kayısı almışım. 

88. Tevrat'tan alıntılar yapılırken hata yapılmış, Zebur kitap zannediliyor. (Kuran/Maide: 45 - Tevrat/Mısırdan çıkış: 21:23.25), (Kuran/Enbiya: 105 – Tevrat/Mezmurlar: 37:29), (Kuran/Araf: 40 – İncil/ Matta 19:24–Markos 10:25–Luka 18:25), (Kuran/Ali İmran: 93 – Tevrat/Yaratılış Bölümü 32:22.31), (Kuran/Hicr: 9 – Tevrat/Yeşaya: 40/8 – İncil/Matta: 5-18)

88. Cevap:
Tevrat'ı bilmemekten kaynaklı bir iddia. Bugünkü Tevrat dediğimiz kitap 35 farklı kitabın toplanmış halidir ve Yahudiler bu kitaba Tanah derler. Tanah'ın sadece ilk kısmı Tevrat'tır. İçinde Zebur kitabı da dahil çok sayıda kitap vardır. Ateist zannediyor ki Zebur diye ayrı kitap yok ve Tevrat'ın parçasıdır. Bu da muhatap olduğumuz kitlenin internet alimi olmalarının getirmiş olduğu özgüveni ve yol açtığı derin cehaleti gösteriyor. Ayrıca, verdikleri İncil ve Tevrat ayetlerinin hiçbiri Kur'an ile çelişmiyor. Alıntı durumu yoktur, Kitab-ı Mukaddes Arapça'ya ilk olarak 867 yılında çevrildi.

89. Cennet sadece erkeklere özgü bir harem gibi anlatılıyor.

89. Cevap:
73. soruda yine sormuştu bunu. Cevabı orada. 

90. Allah'ın bazı insanlara hidayet vermediği ve onları yakacağı söyleniyor.

90. Cevap:
Allah’ın şaşırtması, kişiyi doğru yoldan alıp eğri yollara düşürmesi anlamına gelmez. Çünkü Allah bundan münezzehtir. Allah’ın şaşırtması, şaşmış olan, Allah’ın çağrısına kulak tıkayan kimseyi şaşkınlığı içinde bırakması demektir. Allah, şaşkın insanı doğru yola çağırır. Kul kabul etmezse Allah onu zorlamaz, kendi haline bırakır. 
Rad 27: "De ki: "Allah, dileyen kimseyi dalalette bırakır, kendisine yönelen kimseyi de doğru yola iletir."

91. Göğün yere düşmemesi için tutulduğu yazıyor. (Hacc: 65)

91. Cevap:
Atmosferin yerin üzerine düşmemesinin nedeni Dünya’nın hafif kütle çekimi etkisidir. Yani daha ağır olsaydı atmosfer yer üzerine çökmüş olacaktı. Allah Kuran'da kendisinin yarattığı şeylerin sonucunda oluşan şeyler için de ben yaptım diyerek anlatır mesela Enfal 17, savaşta Müslümanlar düşmanları öldürüyor Allah da diyor ki onları siz öldürmediniz Allah öldürdü.

92. Nisa 11-12 ayetlerinde matematik hesap hatası yapılıyor.

92. Cevap:
Burada matematiksel bir hata yok. Bu iddiayı cevaplamadan önce şu bilgiyi vermek istiyorum, eksik bir bilgi vardır ki zamanında Hz. Ömer bu hatayı (!) farketmiş ve avliye yöntemini geliştirmiştir. Ama bu eksik bir bilgidir. İbn Abbas buna karşı çıkmıştır ve yeni bir yöntem geliştirmiştir. Bu yöntemde hissesi başka bir kişinin hissesinin varlığında değişenlere payı önce veriyoruz ve ayette yazan şekliyle işlemi yaptığımızda bir hata çıkmıyor. İbn Abbas'ın Hz. Muhammed'den "Allahım, onu dinde fakih yap" diye dua aldığını da belirtmek isterim. Şimdi yine aynı örnekten gidelim, bir adam öldü, üç kız evlat, bir anne, bir baba ve eş bıraktı. Miras 18,000 TL olsun. Önce eşe 1/8 verilir, kalan 15,750. Anne ve babaya 2/6 verilir, kalan 10,500 TL. Üç kız evlada 2/3 verilir, kalan 3,500 TL. Bu 3,500 TL Nisa 8'e göre, yetimlere, akrabalara ve yoksullara verilir. Görüleceği üzere bir hata yok.

93. Güneşin sıradan bir yıldız olduğu bilinmiyor.

93. Cevap:
Bunu hangi ayetten çıkarmış şaşılacak bir şey, böyle muğlak iddiaların yanına ayet belirtmemiş zaten.

94. Bilimselliğe ters olarak her şey insan için yaratıldı mantığı var.

94. Cevap:
Kur’an’da bütün Evren’in ve her şeyin sadece insan için yaratıldığına dair bir ayet yoktur. Aksine her şey her canlı için yaratılmıştır. Bu evrenin amacı insan ile sınırlı değildir. Evren’in başka bölgelerinde bilinçli canlılar olabilir. Bu düşünce Kur’an’a zıt değildir.
Rad 15: “Göklerde ve yerde bulunanlar da sadece Allah için secde (itaat) ederler.”
Meale pek yansımıyor olsa da, ayette men fissemavat kısmındaki men ifadesi bilinçli varlıklar için de kullanılır. Göklerde bulunanların da yerdekiler gibi canlı varlıklar olduğu sonucu çıkar.

95. Cinlerden bahsediyor, varlıklarına dair hiçbir bilimsel delil yok.

95. Cevap:
Bunu 11. soruda yine sormuştu. Cevabı orada. Cinleri görebiliyorsunuz demiyor zaten ayetler.

96. Allah bazı ayetlerde pazarlık yapıyor.

96. Cevap:
Bay Ateist, yine ayeti belirtmek istememiş herhalde.

97. Hırsızlık haram ama savaşta ele geçirilenlerin yağmalanması helal. (Maide: 38), (Nisa: 24)

97. Cevap:
Ayete "cariyeler hariç evli kadınlar da haram kılındı" şeklinde meal veriliyor, lakin bu yanlıştır. Nisa 24 ayetini kelime kelime aldığımız zaman ayette yazan ifade şu: "kadınlardan muhsena olanlar da size haram kılındı." Şimdi muhsena kelimesi Kuran'da birkaç anlamda kullanılıyor; iffetli, özgür, evli. Bu anlamlara gelmesi zaten kelimenin lugat anlamıyla ilgili bir şey. Biz muhsena kelimesinin hangi anlamda olduğunu Kuran'ın kendisinden anlayacağız. Hemen bir sonraki ayette yani Nisa 25'te, yine muhsena kelimesi kullanılıyor Ayet şu: "Sizden kimin, inançlı muhsena kadınlarla evlenmeye gücü yetmezse gücünüzün sahip oldukları (kölelerden) evlensin..." Bu anlam bize muhsena kelimesinin özgür anlamında kullanıldığını açıklıyor. Yani Nisa 24'ü şöyle anlamalıyız: "Özgür kadınlar da size haram kılındı. Ancak gücünüzün sahip oldukları (evlilik hakkına sahip olduklarınız) hariç." gücünüzün sahip oldukları yani "mameleketeymenukum" kelimesinin anlamı: "evlilik hakkına sahip olduklarınız" ya da "evlilik yoluyla sahip olduğunuz" Yani toparlayacak olursak şöyle: 22. ayetten itibaren evliliğin haram olduğu işlerden bahsediyor, 24. ayette de diyor ki sizin evlilik hakkına sahip olduklarınız dışında bütün özgür kadınlar size haram kılınmıştır. Mesela müşrik kadınlar da özgürdür ama Kuran açıkça müşriklerle evlenmeyi yasaklamıştır. Yani ayetin anlamı bu. Peki şimdi diyeceksiniz ki ilk sen mi bu anlamda kullanıldığını düşünüyorsun, hayır. Fahreddin Razi bu ayetin bu anlamda olduğunu söylüyor. Daha da önemlisi; ilk tefsir yazarı olan Mukatil bin Süleyman, bu ayeti tefsir ederken aynen şunları söylüyor: (8.yüzyılda yaşamıştır.) "Muhsena kadınlar da" yani tüm kadınlar da (anlamındadır). Sonra "hür kadınlardan gücünüzün sahip oldukları" (denilerek) istisna yapılmıştır."

98. Nisa 23 ensesti yasaklıyor, Ahzab 50 sadece peygambere izin veriyor.

98. Cevap:
Nisa 23'te müminlere haram kılınan şeyler Ahzab 50'de Peygamber'e helal kılınmıyor. Detaylı cevap: 21. soru.

99. Kuran'da "AŞK" kelimesi hiç geçmiyor.

99. Cevap:
Bu iddiayı ilk gördüğümde, gülmekten ölecektim az daha. Neyse biz yine cevabımızı verelim.

Yusuf 30: "Şehirde bazı kadınlar şöyle konuştular: "Aziz'in karısı genç uşağının nefsinden gönlünü eğlendirmek istemiş. Aşktan yüreğinin zarı delinmiş. Öyle anlıyoruz ki, kadın tam bir çılgınlığa düşmüş."























Yorumlar